Latife Akyüz yeni kitabını ihraç edilen akademisyenlere adadı

Yazar / Referans: 
gazetesujin.com
Tarih: 
20.02.2017

İSTANBUL – KHK ile ihraç edilen akademisyenlerden Latife Akyüz, yeni çıkan kitabını ihraç edilen tüm akademisyenlere adadı. Bir yandan direneceklerini bir yandan da yazmaya devam edeceklerini belirten Latife, “İleride bu günleri elbette daha iyi değerlendireceğiz, yazacağız, yazacaklar. Ancak bizi akademiden uzaklaştıranlar tarihe kara bir leke olarak geçecekler” dedi.

AKP’nin savaş politikalarına karşı “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attıkları için binlerce akademisyen görevlerinden ihraç edildi. Akademisyenler korkutma ve sindirme politikalarına karşı “Gitmiyoruz buradayız” diyerek, demokratik bir Türkiye için mücadele etmeye devam edeceklerinin sözünü verdi. OHAL ilanının ardından peş peşe yayınlanan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile ihraç edilen akademisyenlerden Latife Akyüz, bir yıl önce yayınlanması gereken ancak OHAL’e takılan kitabını yayınladı. Kitabını ihraç edilen akademisyenlere adayan Latife, hem Türkiye’de yaşanan süreci hem de yayınladığı kitabını gazete şûjin’e anlattı.

*Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?

Akademik yaşamıma Ankara Üniversitesi DTCF Sosyoloji bölümünde başladım. YL ve doktoramı ODTÜ Sosyoloji bölümünde bitirdim. Yardımcı doçentliğimi aldığım Düzce Üniversitesi’nden, “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı barış metnine imza attığım için yaklaşık bir yıl önce görevimden uzaklaştırıldım. 15 Temmuz’daki “sözde” darbe girişimden sonra, hükümetin üniversitelerdeki tüm devrimci, demokrat ve muhalif kesimleri uzaklaştırma aracına dönüşen KHK’lardan biriyle de (29 Ekim’deki 675 sayılı KHK) ihraç edildim.

*Türkiye’de KHK ile birçok akademisyen görevinden ihraç edildi ve sizde bunlardan birisiniz. Yaşanan bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaşanan süreç imzaların kamuoyuyla paylaşıldığı 11 Ocak 2016 tarihinde başladı. KHK’ler ile birçok arkadaşımız görevlerinden uzaklaştırıldı, dört arkadaşımız tutuklandı. O dönem yaşadıklarımız aslında artacak baskının ve nihayetinde KHK’lerle ortaya çıkan bu toplu tasfiyelerin ayak sesleriydi. Ben kendi ihraç sürecimi anlatırken bu nedenle sürecin en başından bir yıl öncesinden alıyorum. İmzaların açıklanmasından hemen iki gün sonra Düzce Üniversitesi beni görevimden uzaklaştırmış ve şehirde Ülkü Ocakları eliyle başlatılan linç kampanyası nedeniyle yaşadığım şehri terk etmek zorunda kalmıştım.

‘Hep birlikte sesimizi yükseltmeliyiz’

Bu dönemde özellikle taşra üniversitelerinde çalışan ve küçük şehirlerde yaşayan arkadaşlarımız oldukça zor dönemler yaşadılar. Birçoğu bulundukları yerleri sessizce terk etmek zorunda kaldı. Bir özeleştiriyi tam da bu noktada yapmak isterim. Sürecin en başında insanlar tek tek atılırken gereken tepkiyi yeterince gösterebilseydik, belki de bu toplu tasfiyelerin önüne geçebilir ya da en azından bugünkünden çok daha fazla bir direniş ağı oluşturabilirdik. Bunları söylerken ne bugüne kadar yapılanları yok saymak ne de bugün örülen direniş ve dayanışma ağlarını küçümsemek için söylüyorum. Tam tersine bu toplu tasfiyelerin diğer büyük üniversitelerde de devam edeceği ve bu nedenle hep birlikte bu sesi yükseltmemiz gerektiği için söylüyorum.

*Yaşanan bu süreç sizi nasıl etkiledi?

Bu süreç hayatımın alt üst olduğu ama aynı zamanda hayatım boyunca unutamayacağım deneyimler yaşadığım bir yıl oldu. Tam bir yıl önce bugünlerde akademisyenler olarak Ankara’da ilk büyük toplantımızı yapmış ve birçok çalışma komisyonu kurarak dayanışmayı örmeye başlamıştık. Kurulan bu çalışma gruplarının bir kısmı zaman içerisinde işlevsizleşirken, özellikle dayanışma, uluslararası çalışma grubu, alternatif akademi gibi komisyonlar çalışmalarını devam ettirdi.

‘Türkiye akademisi tarih yazıyor’

Türkiye akademisi dünya akademisine de örnek olacak bir tarih yazıyor bir süredir. Bugün birçok yerde başlatılan dayanışma akademileri, sokak akademileri yarının özgür, bağımsız ve eşitlikçi akademik yaşamının temellerini atıyor. Bu tarihin müdahillerinden biri olmak bir onur benim için. İleride bu günleri elbette daha iyi değerlendireceğiz, yazacağız, yazacaklar. Ancak bizi akademiden uzaklaştıranlar; en baştakilerden bölüm hocalarına kadar tarihe kara bir leke olarak geçecekler.

*Ethnicity, Gender and the Border Economy (Etnisite, Cinsiyet ve Sınır Ekonomisi) adıyla bir kitabınız yayınlandı. Kitabınızla ilgili söylemek istedikleriniz var mı?

Yaklaşık bir yıl önce yayınlanmış olması gerekiyordu aslında ama bu süreçte biraz sekteye uğradı haliyle. Sınır bölgeleri çalışan bir akademisyen olarak, yurtdışı yasağıyla ülke sınırlarına hapsedilmiş olmam da oldukça ironikti. Kitabın giriş bölümüne de yazdım. Fiziki/sembolik olarak çizilen ülke sınırlarının insanların hayatlarında nasıl bir gerçekliğe dönüştüğünü kendim de bizzat yaşadım. Bu kitap Türkiye-Gürcistan sınırında doktora tezim için yaptığım çalışmanın ürünü. 1988 yılında Sarp sınır kapısının yeniden açılmasından sonra yaşanan toplumsal, ekonomik ve kültürel dönüşümlere ve bu dönüşümlerin farklı etnik gruplar ve toplumsal cinsiyet grupları tarafından nasıl deneyimlendiğine odaklandım. Laz ve Hemşinlerin sınır ekonomisine nasıl dahil oldukları ve bu dahiliyetin bu grupların hem kendi aralarındaki ilişkileri hem de diğer grupla olan ilişkilerini nasıl dönüştürdüğünü inceledim. Kitabın bir bölümü de sınır bölgesinde yaşayan ve çalışan hem yerel hem de göçmen kadınların sınır deneyimlerini kadınların anlatıları ile vermeye çalıştım. Araştırma süresince birçok defa bazen uzun süreli bazen sadece birkaç günlüğüne Hopa’ya gittim, görüşmeler yaptım. Buradan bir kez daha bana evini ve yaşam deneyimlerini açan herkese teşekkür etmek isterim.

*İhraç edildiniz ancak bilime bir kitap adadınız. Konuyla ilgili ne söylemek istersiniz?

“Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiri akademinin toplumsal sorumluluklarının ve bu sorumluluğu yerine getirme isteğinin yazıya dökülmüş halidir. Ülke yangın yerine dönmüşken masa başında oturup ders hazırlamak, ders anlatmak ya da sınav kağıdı okumak vicdanen kabul edebileceğimiz bir şey değildi. Elbette ki sadece bir bildiriye imza atarak bunu yerine getirmiş olmuyorduk ama sözümüzü söyleyip, bütün bu baskılara rağmen bu sözün arkasında durmak, uzun zamandır suskun olan Türkiye akademisi için büyük bir adımdı ve bu adımı atanlar Türkiye akademisinin aynı zamanda yazan, üreten ve akademik sorumluluklarını da yerine getiren akademisyenleridir.

‘Direnirken yazmaya da devam edeceğiz’

Geçenlerde sosyal medyada atılan akademisyenlerin yayınladıkları kitaplarla ilgili bir paylaşım dolaşıma girdi. O kitaplara bakınca bile kimleri akademinin dışına atmak istediklerini ve bunun nedenlerini anlamak mümkün. Fakat anlamadıkları şey, akademisyen olmak için üniversitelerin duvarlarına, odalarına, akademik ünvanlara ihtiyaç duymadığımız gerçeği. Dayanışırken, birlikte direnirken yazmaya da devam edeceğiz. Bu kitabı da bu motivasyonla tamamlayabildim. Gündüz özgürlük nöbeti tutup, toplantılara katılıp, akşamları da düzeltmeleri yaparak… Kitabı “Barış İçin Akademisyenlere” adadım çünkü gerçekten de bütün yaşananlara rağmen motivasyonumu ve enerjimi bir arada olmaya borçluyum.

*İhraçların beyin göçlerine yol açacağını düşünüyor musun?

Elbette ve hatta ihraçlardan çok önce başladığını ve sadece akademisyenlerin değil, toplumun farklı kesimlerinden insanların da göç ettiğini ya da etmeği düşündüğünü söyleyebilirim. Bunun elbette kişisel bir takım nedenleri vardır ancak bunun ötesinde bugün Türkiye akademisi bu tasfiyelerle çöle dönüştürüldü, hala akademide olanlar ise yaratılan bu korku ikliminde neredeyse söz üretemez hale geldi. KHK’lar ile ihraç edilenler, pasaportlarına el konularak yurtdışı yasağı ile bir kez daha cezalandırılırken, çıkabilenler ise kendi tercihleri olmayan bir sürgüne mahkum edildi. Kendi de yurtdışında olan bir akademisyen olarak umarım ki bu zorunlu göç halini uluslararası dayanışma ağlarının örüldüğü bir mecraya dönüştürebilir, direnişi de duvarsız ve sınırsız bir hale getirebiliriz.