Barış talebini dile getiren “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisinin imzacısı 2218 araştırmacı ve akademisyen aylardır çeşitli suçlama, taciz ve tehditlerle, disiplin ve ceza soruşturmalarıyla, görevden uzaklaştırma ve işten çıkartma uygulamaları ile karşı karşıya. En son 1 Eylül günü 672 sayılı KHK kapsamında barış imzacılarının kamu görevinden ihraç edilmesi ise bu sürecin başka bir boyuta geldiğine işaret etmektedir.
Bildirinin kamuoyuna açıklandığı 11 Ocak’tan bugüne kadar, 1124 imzacıya savcılıklar tarafından ceza soruşturması açıldı, 4 imzacı tutuklandı, bir imzacı sınır dışı edilmek istendi, bazı imzacılar adli süreçlerde gözaltı, ev ve işyeri araması, yurt dışına çıkış yasağı gibi keyfi uygulamalarla karşılaştı. Yine 11 Ocak’tan bugüne kadar, 91 imzacı çeşitli şekillerde işlerinden edildi; sözleşmeleri yenilenmedi ya da istifa ve emekliliğe zorlandılar. Yüzlerce imzacıya çalıştıkları üniversitelerde idari soruşturma açıldı; idari görevler, jüri üyelikleri, burslar, yurtdışı ve ÖYP görevlendirmeleri iptal edildi. 21 üniversiteden (18 devlet ve 3 vakıf üniversitesi) 44 akademisyenin dosyası YÖK’e gönderildi. Halen 25 akademisyenin dosyası Yüksek Disiplin Kurulu’nda görüşülmeyi bekliyor. Ayrıca, barış bildirisini imzalayanlara yönelik baskılara karşı ifade özgürlüğünü savunan 611 öğretim üyesi ile 1980’lerin 1402'likler sürecini yaşayarak bugünkü baskılara karşı dayanışma gösteren akademisyen ve araştırmacılar da hedeftedir.
Barış için çıktığımız yolda yaşadığımız saldırılar 15 Temmuz darbe girişimi sonrası farklı biçimler alarak ve yoğunlaşarak devam etmektedir. İlan edilen olağanüstü halin yarattığı baskıcı ortamda, Türkiye'nin farklı yerlerindeki imzacı dostlarımız üniversitelerden çeşitli şekillerde tasfiye edilmektedir. Farklı üniversitelerden türlü bahanelerle görevden uzaklaştırma, sözleşme yenilememe haberleri gelmektedir. Cemaat operasyonları içine dâhil edilerek gözaltına alınan barış imzacısı arkadaşlarımızın ardından Anadolu, Batman ve Adıyaman üniversitelerinde yaşanan toplu görevden uzaklaştırmalar imzacılara yönelik tasfiye ve baskı dalgasının yaygınlaşma eğiliminde olduğunu göstermişti.
1 Eylül tarihli, 672 sayılı KHK ile gerçekleşen ihraçlar ise durumun vahametini daha da artırdı. İfade özgürlüğünü tam da gerektiği yerde, savaş ortamında, öncü bir biçimde kullanan barış akademisyenlerinin 44’ü hakkında "kamu hizmetinden çıkarma işten çıkarma ve bir daha herhangi bir akademik kurumda veya kamu kurumunda iş verilmemesi" gibi anlamına gelen bir “cezası” uygun görüldü! Hem de ne ile suçlandıklarını bilmeden, savunmaları alınmadan.
Barış imzalarının ardından yaşanan hakaret ve linç kampanyası ile açılan ilk evre dört akademisyenin tutuklanması ile başka bir boyut kazanmıştı. Onların güçlü bir dayanışmayla serbest kalmalarının ardından başlayan evre ise KHK ihraçları ile bir başka boyuta ulaşmış oldu.
Barış Akademisyenlerine yönelik baskılar özgür düşünceyi ve akademiyi hedef alıyor!
Anayasa Mahkemesi'nin kararına rağmen siyasi iradenin yönlendirmesiyle üniversitelerde yürütülen soruşturmaların hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Ancak, Danıştay 8. Dairesi yürütmeyi durdurma talebini sadece usul hükümleri yönünden kabul ederek, 12 Eylül Anayasası’na bile aykırı bir biçimde
657 sayılı Kanun'un uygulanabileceği yönünde karar vermiştir. Bu karardan sonraki süreçte dayanışmayı sürdürme zorunluluğumuz açıktır.
Üstelik geçtiğimiz aylarda TBMM’ye sunulan YÖK yasa tasarısı ile YÖK tüm öğretim elemanlarını tek başına ve resen sorgulayacak bir kurum haline getirilmek istenmektedir. Bu yasa yürürlüğe girerse, akademi ve akademisyenlik mesleği tasfiye olacaktır. Savaşın yol açtığı ve akademiye de sirayet eden yıkım büyüyecek, eleştirel düşünce? ve ifade özgürlüğü üniversitelerden tamamen kazınacaktır. Ardı ardına ilan edilen yüzlerce güvenlik bölgesi böylece akademiye de sıçrayacak, görevi araştırma bulgularına dayalı bilgi üretmek olan akademisyenler mutlak bir baskı altına alınmış olacaktır.
Üniversitelerde laiklikten, demokrasiden, özerklikten uzaklaşma son yıllarda hızlanarak devam etmektedir. Nitelikli bir kamu hizmeti alanı olarak üniversite eğitimini hem savunan hem de mesleki pratikleri ile bunu yaşama geçirmeye çalışan akademisyenler farklı biçimlerde tasfiye edilmektedir.. Üniversiteye adını, kimliğini veren evrensel değerlerden, bilimsel ilkelerden, kamu yararından uzaklaşma ile akademisyenlerin güvencesizleşme süreci birbirine paralel işlemektedir. Sermayenin üniversiteye nüfuzunu derinleştiren, egemenliğini arttıran politikalarla, dogmalara dayalı, bilimle ilgisi olmayan fikirlerin, etkinliklerin, kadroların akademik alanı işgal etmesi eş zamanlı olarak gerçekleşmektedir.
Yaşadığı toplumun, insanlığın, doğanın sorunlarına duyarlı olmak, yeterince görünür olmayanı görünür kılmak, toplumda sesini duymakta zorlandığımız insanların sorunlarını çözümler önererek dile getirmek akademisyenlerin asli sorumlulukları arasındadır. Oysa yaşananlar akademisyenleri araştırma yapamaz, çözüm öneremez, söz söyleyemez hale getiriyor. Bu durum kabul edilemez.
22 Eylül'de Ankara'da buluşuyoruz
Savaş politikalarına tüm Türkiye'de ve dünyada hayır dediğimiz için, yaşam hakkını mesleğimizin gereği olan bilgi, değerler ve vicdanımız ile savunduğumuz için, soruşturma ve baskılara maruz kalan tüm meslektaşlarımızın yanında olmak için 22 Eylül'de Ankara'dayız.
22 Eylül'ü 'Akademide ve Türkiye'de Baskı ve Savaşa Hayır!' dediğimiz bir adalet buluşmasına çevirmek için; akademisyen ve araştırmacılar hakkında yürütülen hukuksuz soruşturma ve görevden uzaklaştırmaların iptali için; akademiyi bütünüyle baskı altına almak amacıyla çıkarılmak istenen YÖK Yasası'na hayır demek için; üniversitedeki demokrasi, barış ve emek yanlısı akademisyenleri tasfiyenin yeni aracı haline gelen 672 sayılı KHK'nın iptali ve tüm bu haksız uygulamalara zemin oluşturan OHAL'in uzatılmamasını talep etmek için; mesleğimizi, yaşam hakkını ve üniversitenin temel değerlerini savunmak için Ankara'dayız!
Hukuksuzluk ve adaletsizliğe karşı itirazı ertelemek, suskun kalmak bizi haksızlığın bir parçası kılar; tıpkı şimdi içinde yaşadığımız dönemde olduğu gibi. Barıştan, özgür düşünceden yana herkesi, aşağıdaki taleplerimizi dillendirmek üzere 22 Eylül'de dayanışma için Ankara'ya çağırıyoruz.
- Üniversitelerde parça parça süren ve kitleselleşme eğilimine giren tasfiyeler durdurulmalıdır.
- Aylardır sürdürülen ve Barış Akademisyenlerinin üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılan soruşturmalar ve görevden uzaklaştırmalar iptal edilmeli; tehdit, taciz ve ayrımcılıklara son verilmelidir. Barış istemek suç değildir.
- Üniversitelerin özerk, bilimsel, laik ve demokratik bir yapıya kavuşması sağlanmalı;
üniversitelere yönelik siyasi operasyonlara son verilmelidir.
- Darbe ile ilgisi olmadığı açık olduğu halde 672 ve 673 Sayılı Kararnameler ile kamu görevinden çıkartılan akademisyenlerin yapılacak yeni düzenlemelerle derhal görevlerine iadesi sağlanmalıdır.
- KHK ile ÖYP’li araştırma görevlileri için yaratılan güvencesizleştirilmeye son verilmeli, ilgili
maddeler iptal edilmelidir.
- Akademide sürdürülen tasfiyenin de zemini haline gelen OHAL uzatılmamalıdır son
bulmalıdır.