Akademisyen Ceren Ergenç ile “normalleşme, ikinci dalga, karantina sonrası dönem” gibi süreçlerin toplumsal ve siyasi sonuçları ve bu süreçlerle paralel devam eden uluslararası tartışmaları ele aldık.
Aralık sonunda Çin’de görülen vakalarla hayatımıza giren ve hızla küresel bir salgına dönüşen Kovid-19 ve ülkelere; toplumsal ve siyasal süreçlere etkisi devam ediyor. Salgının her aşaması yeni tartışmaları da beraberinde getiriyor.
Liverpool Üniversitesi Çin Kampüsünün Çin çalışmaları bölümünde Doçent olan Akademisyen Ceren Ergenç ile “normalleşme, ikinci dalga, karantina sonrası dönem” gibi süreçlerin toplumsal ve siyasi sonuçlarını ve bu süreçlerle paralel devam eden uluslararası tartışmaları ele aldık.
Doç. Dr. Ergenç, bir yandan salgınla mücadelede örnek gösterilen Singapur’un göçmen mahallelerinde yaşananların diğer yandan da karantina gerekçesiyle hayata geçerilen kısıtlamaların ve öne çıkan sağlık hakkı tartışmasının, meselenin, “Batı sistemi mi, Asya sistemi mi?” meselesinden çok salgınla mücadelenin sınıfsallığı meselesi olduğunu bir kez daha hatırlattığına vurgu yaptı.
“Kanımca karantina insan hakkı ihlali midir sorusuna buradan bakarsak bize dayatılmaya çalışılan Batılıya karşı Asyalı, bireysel hak ve özgürlüklere karşı toplumun yararı gibi zorlama ikilemlere mahkum kalmamış oluruz” dedi.
ÇİN’DE İKİNCİ DALGA MİLLİYETÇİ DALGA OLARAK GELDİ
Avrupa ve Türkiye farklı ölçeklerde de olsa salgın önlemleri konusunda “normalleşme” sürecine çoktan girdiler. Salgının ilk görüldüğü ve artık çok az vaka ve ölüm gerçekleşen Çin ve diğer Asya ülkelerinde toplumsal ve ekonomik yaşam şu anda ne durumda?
Salgın aşamalarını en erken geçen Çin’de şu an göreceli olarak bir rahatlama ve normalleşme yaşadığı söylenebilir. Çoğu kentte hayat normale döndü,okullar ve işyerleri açıldı. Tabi bir yandan da telefon uygulamaları ile mobilite kısıtlamaları hâlâ devam ediyor ve sosyal mesafe hâlâ korunuyor.
Bu süreçte gözlemlediğim ani bir değişiklik kamuoyunun salgına yönelik tavrında oldu. Salgın sırasında Çin kamuoyu hedefinde gerek merkezi gerek yerel ölçekte olsun Çin hükümeti vardı. Salgın önlemlerinin zamanında ve yeterince alınıp alınmadığı, bunların uygulanmasının nasıl kontrol edildiği, salgın önlemleri yüzünden mağdur olan halkın gerek sağlık hakkına erişim , ekonomik zararlarının nasıl telafi edileceği gibi konular yüzünden hükümet sıkça eleştiriliyordu.
Salgın tüm dünyaya geldikten sonra özellikle Amerika’da Çin’e karşı bir diplomatik kampanya başlatıldı. Bu kampanyaya Çin hükümeti de yanıt verdi. Özellikle, diplomatların sosyal medyayı kullanarak toplumdaki söylemleri kontrol etme çabası dikkat çekti. Bununla beraber Çin kamuoyundan da keskin bir değişiklik meydana geldi. Kamuoyu hükümeti eleştiririrken bir anda Çin’i eleştiren dış güçlere, özellikle ABD’ye karşı ‘devleti ve milleti’ savunmak için hükümetinin arkasında birleşti.
Bu milliyetçi rüzgarın ne gibi sonuçları oldu?
Bu milliyetçi hava yabancı düşmanlığını beraberinde getirdi. Örneğin, ikinci dalga Çin’de başladığı zaman bunun iki nedeni vardı. Bir tanesi, dünyanın değişik yerlerinde de olduğu ve olacağı gibi belirti göstermeyen taşıyıcıların mobilite kısıtlamasının kalkmasıyla kamusal alana çıkmasının neden olduğu ikinci dalga iken Çin hükümeti bunu uzun süre kabul etmek istemedi ve ikinci dalganın yurt dışından daha iyi bir sağlık hizmeti almak amacıyla dönen Çinliler ve Çin’de çalıştıkları için dönen yabancılar olduğu izlenimi yaratıldı. Bu da kamuoyunu yabancı düşmanlığına itti. Örneğin Afrikalılara karşı fiziksel saldırıya varan yabancı düşmanlığı gözlemlendi.
Milliyetçiliğin bir diğer yüzü de, daha soyut bağlamda, Çin’in Sevr sendromu diyebileceğimiz, onların ‘yüzyıllık aşağılanma’ tabir ettikleri Qing hanedanlığının yıkılmasına neden olan Batılı güçler ile yapılmış eşitsiz anlaşmaların toplumsal hafızası. Bu hafıza bugün bir Batılı güç Çin’e karşı saldırgan bir tavır içine girdiği zaman nüksediyor ve eleştiri Çin’i yıkmaya, zayıflatmaya yönelik bir adım olarak algılanıyor. Buna bir örnek, Fang Fang isimli yurttaş gazetecinin Çin kamuoyunda değişen imajı oldu.
Nasıl yaşandı bu değişim?
Wuhan’da karantina sırasında ne olup bittiğini en çok video ve yazılı bloglar yayınlayan yurttaş gazetecilerinden öğrendik. Bunlardan biri olan Fang Fang’ın günlüğü, kendisi de uluslararası aktivist ağlar içinde yer aldığı için Çin dışında da popülerlik kazandı. Günlük şimdiden bir çok dile çevrildi.
Fang Fang karantina sırasında Çin’de bir halk kahramanı olarak görülüyordu. Ne zaman ki günlüğü başka dillere çevrildi ve yurtdışındaki kamuoyu tarafından da takdir edilmeye başlandı, Fang Fang’a kamuoyu desteği azaldı hatta kendisini Batılı güçlerin maşası olmakla suçlayanlar çoğaldı. Bu, eleştirel kamuoyunun nasıl bir anda dışa dönük milliyetçi bir tavra evrolduğuna somut bir örnek.
Ama tabi salgın süreci henüz bitmedi. Halk sağlığı anlamında daha bizi nelerin beklediğini bilmiyoruz. Salgının ekonomik faturasını henüz ne Çin ne başka coğrafyalar henüz tam olarak ödemeye başlamadı. Çin’in bu süreçte ekonomisi yüzde 10 oranında daraldı ki zaten öncesinde de yıllık büyüme hedeflerini tutturamamıştı. Bunun sonucunda iflaslar ve çok büyük oranda artan işsizlik bekleniyor.
Bu beklentiler gerçekleştiği zaman Çin kamuoyunda tekrar eleştirel bir noktaya yönelmesini bekleyebiliriz. Çin devleti gerek merkezi hükümet genel yerel hükümetler olsun gelen ekonomik krizin etkisini sanayi teşvikleri, işsizlik maaşı gibi ödeneklerle azaltmaya çalışıyor Bunların ne kadar etkili olacağını yaşayıp göreceğiz ama Çin’in çalışan nüfusunun büyük bir kısmını göçmen işçilerin oluşturduğunu ve bu göçmen işçilerin çoğunluğunun da güvencesiz ve esnek istihdam edildiğini düşünecek olursak gelen ekonomik krizin işçi sınıfı için yükünü tahmin edebiliriz.
SİNGAPUR ÖRNEĞİ MÜCADELENİN SINIFSALLIĞINI HATIRLATTI
Asya açısından “ikinci dalga” tartışması bir süredir devam ediyor. Vakalar sürüyor. Japonya örneğin OHAL’i kaldıracakken uzattı. Bu ikinci dalga süreci nasıl yaşanıyor Asya Pasifik’te?
Asya’nın diğer ülkelerinde salgınla mücadele değişik noktalarda. Japonya salgınla mücadeleye şaşırtıcı bir şekilde geç başladı. Bunun nedeni Olimpiyatların ertelenmesini engellemeye çalışmasıydı. Yaygın test ve kısmi karantina gibi uygulamalara ancak Olimpiyatların ertelenmesinin kaçınılmaz olduğunu kabul ettikten sonra başladı. Bir diğer örnek Vietnam. Çin’in kapı komşusu olmasına rağmen karantina sürecini geç başlattı ama merkezi/kurumsal karantina uyguladığı için Yeni Zelanda’nın sürecine benzer şekilde vaka eğrisini görece kısa bir zamanda kontrol altına almayı başardı.
Kore’de yaşanan ikinci dalga, bizim de aslında sokağa çıkma yasakları bitip bütün iş yerleri açıldığında başımıza geleceklerin bir örneği olarak ders çıkarmamız iyi olacak bir örnek. Kore salgının tavan yaptığı süreci yaygın testler sayesinde başarılı bir şekilde götürdü. Önlemlerin gevşediği noktada halkın rahatlama duygusuyla hareket etmesiyle vaka sayılarında hızla artış görüldü. Örneğin Seul’de bir de bir gece kulübüne giden gençler başkentte çok kontrollü giden vaka sayılarını bir anda kontrolden çıkardı.
Bize bir başka açıdan örnek teşkil edecek bir diğer ülke Singapur. Singapur siyasi sistemi farklı olmasına rağmen Kore ve Tayvan gibi sürecin başında en başarılı addedilen ülkelerden biriydi. Çünkü yaygın test ve şeffaflık politikalarını benimsemişti Gerçekten de bu anlamda bir sorun yaşamadı ama Singapur sisteminin çöktüğü yer göçmen mahalleleri oldu. Singapur’un bütün kamu yönetimi sisteminin çoğunluğu orta üst sınıf olan yerlilerin yaşama şartları için tasarlandığı ortaya çıktı. Bu düzende yaşamayan göçmenlerin Singapur kurallarına uymamak değil uyamadığı için sistemin de nimetlerinden yararlanamadığı ortaya çıktı. Göçmen mahallelerinde sosyal mesafelenmeye izin vermeyen yaşama ve çalışma ortamları ve göçmenlerin diğer orta üst sınıf bölgelerde var olan sağlık hizmetlerine, onu bırakın, yapılan bilgilendirmelere dahi erişiminin olmadığının ortaya çıkması bize aslında salgınla mücadelenin ne kadar da sınıfsal bir mesele olduğunu bir kez daha hatırlatmış oldu.
Biz Türkiye’de iki aylık bir süreci, göreceli olarak çok ciddi yasakların olmadığı bir şekilde geçirdik. Örneğin, Çin halkı oldukça uzun bir süre yasaklar ve kısıtlamalarla yaşamak zorunda kaldı ve salgının ilk büyük kayıplarını, ilk sonuçlarını yaşayan halk oldu. Tüm bu sürecin etkileri ne oldu?
Türkiye ve Doğu Avrupa’daki birçok ülke yarı zamanlı ya da kısmı karantina gibi yöntemlerle bu süreci, ya da en azından ilk dalgayı aşmaya çabalıyor. Bir yandan da Çin’in yaptığına benzer tam zamanlı, merkezi/kurumsal karantina yöntemini besleyen ülkeler de var. Bunlar daha çok Doğu Asya ve Güneydoğu Asya’da.
Merkezi ya da kurumsal karantinanın doğru yöntem olup olmadığı tartışılıyor. Bu elbette öncelikli olarak halk sağlığı uzmanlarının uzun zamandan beri tartıştığı bir konu. Dünya Sağlık Örgütü de bu tartışmaların içerisinde yer alıyor. Dünya Sağlık Örgütünün bu tartışmaların tam da merkezinde yer almasının nedeni bu süreçten çıkaracağımız derslerin netleştirilip mümkün olduğunca yerden, zamandan, bağlamından soyutlanarak bir modelleştirmeye gidilme çabası ve niyeti.
Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası örgütler kendi alanlarına düşen meselelerde kriz anlarında yeniden ve hızlı ve etkili bir şekilde kullanılabilecek yöntemler, araçlar, uygulamaları üzerine çalışmak ve halk sağlığı gibi konularda ulusötesi rejimler yaratmakla yükümlü ama elbette bu tartışma sadece bilim insanları arasında yapılan teknokratik bir tartışma değil. Bu tartışmanın siyasi bir yönü de var.
YAPISAL EŞİTSİZLİKLER GÖZDEN KAÇIRILMAMALI
Nedir o siyasi yön?
Bu siyasi yönü ikiye ayırabiliriz. Bir boyutu şu anda iki süper güç arasındaki diplomatik savaşın bir yansıması. ABD, Dünya Sağlık Örgütü Çin’in uygulamalarını övünce Çin’in masası olmakla suçlayarak örgüte vereceği aidatı keseceğini ilan etti. Bu durumda da Çin Dünya Sağlık Örgütünün çalışmalarını destekleyeceğini açıkladı. Hatta 19 Mayıs’ta Xi Jinping ilk defa Dünya Sağlık Örgütünün toplantısında üye ülkelerin karşısına çıktı ve Çin'in salgınla mücadele yöntemlerini savundu. Ulusötesi rejimlere desteğinin bir kanıtı olarak DSÖ’nün Kovid-19 araştırma bütçesine katkı vermeyi ve küresel bir soruşturma için DSÖ’ye kapılarını açmayı tahahhüt etti. Bu şekilde ABD’nin karşısından bir moral üstünlük elde etmeyi planlıyor.
Siyasi tartışmanın bir diğer yönü daha çok Avrupa ülkelerinden geliyor. Çin’in uyguladığı merkezi karantina yönteminin bireysel insan haklarını kısıtlama mantığı üzerine kurulduğunu ve bunun kendi rejimlerinin dayandığı siyasi değerlere aykırı olduğunu doğrudan ya da dolaylı olarak söylüyorlar. Dolayısıyla, İtalya gibi durumlarda olduğu gibi çok gerekmedikçe merkezi ya da kurumsal karantina uygulamasını tercih etmemelerinin nedeni olarak bunu gösteriyorlar.
Böyle bir siyasi değerler tartışması içine sokulunca Batı’nın temsil ettiği varsayılan bireysel haklar ve özgürlükler ile Asya’ya atfedilen, bireyin haklarını ve özgürlüklerini gerekirse toplumun yararı için feda edebilecek bir kolektif değerler sistemini karşı karşıya getiriyor.
Bu bizi doğru bir analize vardıracak bir analiz değil çünkü ne Avrupa ne Asya, ne de onlara atfedilen değerler bütünü, kendi içinde durağan ve homojen. Bahsedilen değerler bağlama göre değişik şekillerde yorumlanabilir ama bunların dışında da daha somut olarak bu duruma bakacak olursak sağlık hizmetlerine erişim hakkının bireysel hak mı yoksa kolektif hak mı olduğu sorusu aslında heterodoks akademisyenler tarafından da tartışılıyor.
Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Eğer bu hakları bir bireysel hak olarak ele alırsak varolan sistemdeki aksaklıkları özellikle sınıfsal yapının yarattığı avantajları ve dezavantajları, yapısal eşitsizlikleri gözden kaçırmış oluyoruz. Diyelim bir işçi eğer sesini bir şekilde duyurup belediyenin dikkatini çekerek sağlık hizmetine erişebilirse hakkını almış oluyor ama bu örneğin Türkiye’de sokağa çıkma yasağı varken çalışmak zorunda kalan güvencesiz işçilerin ya da daha önce konuştuğumuz gibi Singapur’daki göçmen işçilerin bir sınıf olarak, yapısal olarak sağlığa erişim hakkının zedelendiği gerçeğini değiştirmiyor. (İstanbul/EVRENSEL)
Kaynak: https://www.evrensel.net/haber/405528/doc-dr-ceren-ergenc-batiliya-karsi...