Bizim devlet ile ve devlet görevlileri ile anlaşmamız ve kurumların da görev ve sorumlulukları yasal çerçevede düzenlenmiş olduğuna göre, okuyucuyu sorgulamamızın sadece Mutlu Öztürk hocanın hikâyesi ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda Türkiye’de yurttaşın ve yurttaşlığın hikâyesi ile doğrudan alakalı olduğu konusunda bir kez daha uyarmış olalım.
Türkiye’nin en sıradışı tarih hocalarından Mutlu Öztürk, 13 Ekim 2019’da İstanbul Şişli’de sokakta beklerken gözaltına alındı. 14 Ekim’de sulh ceza mahkemesi tarafından tutuklandı ve iddianamesi ise 21 kasım 2019’da mahkemeye sunuldu. Şimdi dava 29. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ve mahkeme tensiple tutukluluğun devamına karar verdi. Gelişmelere şöyle bir göz attığımızda kurumsal düzeyde her şeyin sırasıyla yapıldığı belli. O halde başlıktaki sorunun yani Mutlu hocanın neden hapiste olduğu sorusunun cevabını, bize yasalara göre hareket etme vaadinde bulunan bu kurumlardan; emniyet, savcılık ve mahkeme kararlarından arayıp bulacağız ve birer yurttaş olarak Mutlu Öztürk hocanın gözaltına alınıp tutuklanmasından ve halende tutukluluğunun devam etmesinden onları hukuken sorumlu tutacağız haliyle.
Tabii ki ortada bir suç iddiası var ve suç fiillerini emniyet görevlileri, savcılık ve hakimlik yapanların eylemlerinde değil Mutlu Öztürk hocanın eylemlerinde arayacak olmamız da makul. Değil mi? Şunu da en başından ilan edelim ki, Mutlu hocanın özgürlüğü-mahpusluğu ile bizim yurttaşlığımız ve hak ve özgürlüklerimiz arasındaki kopmaz bağ bize bu sorgulamayı yapma hakkını veriyor. Bizim devlet ile ve devlet görevlileri ile anlaşmamız ve kurumların da görev ve sorumlulukları yasal çerçevede düzenlenmiş olduğuna göre, okuyucuyu sorgulamamızın sadece Mutlu Öztürk hocanın hikâyesi ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda Türkiye’de yurttaşın ve yurttaşlığın hikâyesi ile doğrudan alakalı olduğu konusunda bir kez daha uyarmış olalım. Hadi başlayalım…
KOLLUK GÜÇLERİ
Emniyet kayıtlarından Mutlu Öztürk hocanın Beşiktaş HDP binası çevresinde gözaltına alındığı anlaşılıyor. Fakat neden gözaltına alındığına dair hukuken gerekçe oluşturacak hiç bir tespit yok. Örneğin şiddet kullanılmış mı? Mutlu hoca şiddete iştirak etmiş mi? Hayır şiddet yok. Peki, kaç kişilermiş? AGİT ve BM’nin belirlediği “küçük bir grup” muydular? İddianamede birkaç kişi bulunduğuna göre “küçük bir gruptan bile daha küçük bir grup” oluşturdukları pek açık. Sonradan yan yana geldiklerinin iddia edildiği 30-40 kişinin ise oldukça küçük bir grup niteliği taşıdığı da açık. AGİT ve BM standartları bu tür gruplara izinsiz bile olsa müdahale edilmemesi gerektiğini kurala bağlamıştır ki bunu da bir kenara yazalım. Sorulara devam.
Peki Mutlu hocanın kaldırımdaki varlığı yaya ve taşıt trafiğini engellemiş mi? Gene hayır! O halde niye gözaltına almışlar? Yasalar karşısında emniyetin uygulamasının tuhaflığı gene ve aynen devam ediyor burada da. Dosyada bir CD var ve Emniyet şöyle söylüyor:
Türkiye’nin en sıradışı tarih hocalarından Mutlu Öztürk, 13 Ekim 2019’da İstanbul Şişli’de sokakta beklerken gözaltına alındı. 14 Ekim’de sulh ceza mahkemesi tarafından tutuklandı ve iddianamesi ise 21 kasım 2019’da mahkemeye sunuldu. Şimdi dava 29. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ve mahkeme tensiple tutukluluğun devamına karar verdi. Gelişmelere şöyle bir göz attığımızda kurumsal düzeyde her şeyin sırasıyla yapıldığı belli. O halde başlıktaki sorunun yani Mutlu hocanın neden hapiste olduğu sorusunun cevabını, bize yasalara göre hareket etme vaadinde bulunan bu kurumlardan; emniyet, savcılık ve mahkeme kararlarından arayıp bulacağız ve birer yurttaş olarak Mutlu Öztürk hocanın gözaltına alınıp tutuklanmasından ve halende tutukluluğunun devam etmesinden onları hukuken sorumlu tutacağız haliyle.
Tabii ki ortada bir suç iddiası var ve suç fiillerini emniyet görevlileri, savcılık ve hakimlik yapanların eylemlerinde değil Mutlu Öztürk hocanın eylemlerinde arayacak olmamız da makul. Değil mi? Şunu da en başından ilan edelim ki, Mutlu hocanın özgürlüğü-mahpusluğu ile bizim yurttaşlığımız ve hak ve özgürlüklerimiz arasındaki kopmaz bağ bize bu sorgulamayı yapma hakkını veriyor. Bizim devlet ile ve devlet görevlileri ile anlaşmamız ve kurumların da görev ve sorumlulukları yasal çerçevede düzenlenmiş olduğuna göre, okuyucuyu sorgulamamızın sadece Mutlu Öztürk hocanın hikâyesi ile sınırlı olmadığını, aynı zamanda Türkiye’de yurttaşın ve yurttaşlığın hikâyesi ile doğrudan alakalı olduğu konusunda bir kez daha uyarmış olalım. Hadi başlayalım…
KOLLUK GÜÇLERİ
Emniyet kayıtlarından Mutlu Öztürk hocanın Beşiktaş HDP binası çevresinde gözaltına alındığı anlaşılıyor. Fakat neden gözaltına alındığına dair hukuken gerekçe oluşturacak hiç bir tespit yok. Örneğin şiddet kullanılmış mı? Mutlu hoca şiddete iştirak etmiş mi? Hayır şiddet yok. Peki, kaç kişilermiş? AGİT ve BM’nin belirlediği “küçük bir grup” muydular? İddianamede birkaç kişi bulunduğuna göre “küçük bir gruptan bile daha küçük bir grup” oluşturdukları pek açık. Sonradan yan yana geldiklerinin iddia edildiği 30-40 kişinin ise oldukça küçük bir grup niteliği taşıdığı da açık. AGİT ve BM standartları bu tür gruplara izinsiz bile olsa müdahale edilmemesi gerektiğini kurala bağlamıştır ki bunu da bir kenara yazalım. Sorulara devam.
Peki Mutlu hocanın kaldırımdaki varlığı yaya ve taşıt trafiğini engellemiş mi? Gene hayır! O halde niye gözaltına almışlar? Yasalar karşısında emniyetin uygulamasının tuhaflığı gene ve aynen devam ediyor burada da. Dosyada bir CD var ve Emniyet şöyle söylüyor:
“Şahıslar bu 14 saniyelik kayıtta görünmeseler de… grubun ‘savaşa hayır barış hemen şimdi’ şeklinde slogan attıkları görülmüştür..” Nasıl yani? Eğer emniyetin bu tespitleri doğru ise Mutlu hoca konusunda iki şey açık olarak ortaya çıkıyor: Birincisi Mutlu hocanın gözaltına alınmasını açıklayacak somut hiçbir veri ortada yok ve ikincisi eğer atıldığı iddia edilen sloganlar da doğru ise emniyet kuvvetlerinin yapacağı şey gözaltına almak değil, tersine güvenliğini sağlamaktır. Sadece AGİT ve BM’nin toplantı ve gösteri yürüyüşlerine dair standartları değil Türk Anayasa Mahkemesi içtihatları ve Türkiye mevzuatı da bunu öngörmektedir.
CUMHURİYET SAVCILIĞI
Peki, diyelim ki emniyet kuvvetleri yurttaş Mutlu Öztürk’ü gözaltına almış. Sıradaki görevli ve yetkili kurum olan Cumhuriyet Savcılığı ne yapıyor? cumhuriyet savcısı düzenlediği iddianamesinde aynı evraklara dayanarak bu kez belirli yenilikler getiriyor “olay” yorumuna. Bunlardan birincisi yaya ve taşıt trafiğini engelleme, ikincisi uyarıya rağmen dağılmama ve son olarak yasadışı slogan atıldığını tespit ediyor. Şimdilik cumhuriyet savcısı yerinde hareket ediyor gibi görünüyor. Fakat sorun şu ki iddianame eylemin bireyselleştirildiği bir kamusal ithamı içerir. Kişinin yer ve zaman belirtilerek suç fiili tespit edilir. Buna karşılık cumhuriyet savcısının iddianamesi sadece “anonim” bir olay anlatımına dayanıyor. İddianamenin ifadelerinden Türkiye’de itham etmeyeceğiniz hiçbir yurttaş yoktur nitekim. Mutlu hoca nerede ne yapmış? Ne slogan atmış? Hangi yaya ve taşıt trafiğini engellemiş ve bunu hangi suretle gerçekleştirmiş? Bunların hiçbirinin cevabı iddianamede bulunmuyor. Kaldı ki zaten cumhuriyet savcısının iddianamesine eşlik eden emniyet evraklarında da bu sorulara ilişkin tek bir somut tespit yok.
Hadi diyelim ki iddianamede ileri sürülen iddiaları doğru -ki bunu kanıtlayan tek bir delili bizimle paylaşmıyor savcılık- benzer olaylar için Türkiye’de savcılık ve mahkemeler tarafından verilmiş onlarca takipsizlik ve beraat kararları var. Savcılığın bunlardan haberi yoksa-bilmiyorsa biz verelim dosya numaralarını. Bir örnek olarak çok benzer ve daha ağır sloganları içeren bir soruşturma Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2011/154465 takipsizlik kararı ile sonuçlanmıştır.. Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığının 2015/289 soruşturma no’lu hazırlık dosyası da yine takipsizllik ile bitirilmiştir. Mahkeme kararına gelince örneğin, Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/87 esas no’lu ve 18.09.2014 tarihli kararı da benzer suç iddialarında “düşünce özgürlüğü” bağlamı içinde değerlendirme yapıldığını ve beraat kararı verildiğini göstermektedir.
Şunu bir kez daha hatırlatmak isteriz ki yukarıda belirttiğimiz takipsizlik ve beraat kararları şüpheli/sanıkların sloganlarının kolluk güçleri ve savcılık tarafından delillerle kanıtlandığı takdirde İHAM ve Anayasa Mahkemesi’nin düşünce özgürlüğü içtihatları çerçevesinde devreye giriyor. Burada ise bırakın delilerle kanıtlamayı, delil bile ortada yok. Buna rağmen Mutlu Öztürk hakkında kaldırımda beklemekten açılan soruşturma bir kovuşturmaya dönüşüyor…
SULH CEZA HAKİMLİĞİ
Peki, hadi diyelim dava açıldı. Fakat Mutlu Öztürk hoca böyle bir davada nasıl olup da tutuklanmış olabilir? Şimdi gelin bize yasalara ve adalete uygun davranma güvencesi veren bir diğer kuruma, sulh ceza hakiminin olaya dahil olma biçimine bakalım. Sulh ceza hakimi, sorgu sonrası Mutlu hocayı oldukça klasik gerekçelerle tutuklama kararı vermiş. Oysa tutuklamanın düzenlendiği CMK 100 ve devamı maddeler, Mutlu hocaya atılı suç yönünden esas olarak tutuklama kararında iki temel neden aramayı öngörüyor: 1- Delillerin karartılmasının önlenmesi ve 2- Kaçma şüphesinin ortadan kaldırılması.
Buna karşılık sulh ceza hakimi bu nedenlerin hiçbirisi ile ilgilenmiyor. Kaçma şüphesi var mı? Buna ilişkin somut bir gerekçe söz konusu mu? Ve delilleri karartma şüphesi var mı? Kuşkusuz konunun hukuk tekniği ille ilgili geniş bir bilgi alanı var ve bunlara dair tartışmalar hukukçu olmayanları sıkabilir. Fakat ilgilenenler için Türkiye’de tutuklama kurumu üzerine uzun yıllardır araştırmalar yapan ve doktora çalışmalarında da bu ilgisini sürdüren halen İzmir Asliye Ceza Hakimi Mustafa Tarık Şentuna’nın kitaplarını öneririm. Yurttaşlık hukuku ile tutuklama arasındaki geniş hukuki bağlantıyı orada mutlaka göreceklerdir okuyucular. Peki, bu bağlantıyı Sulh Ceza Hakimliği nasıl olup da görememektedir? Bir “tedbir”i nasıl olup da bir “ceza”ya dönüştürebilmiştir? Sorular çok ve ortadaki evraklardan bu soruları cevaplayabilmek şimdilik mümkün görünmüyor.
Şimdi yurttaş Mutlu Öztürk’ün son dört aylık öyküsü ve Türkiye’nin kolluk ve yargı örgütünün uygulama ve pratikleri bunlardan ibaret. Fakat hikâye henüz bitmedi ve kaldı ki bu bir “hikâye”de değil! Bu özgürlüğümüz, yurttaşlığımız, haklarımız, kurumlarımız, kolluk güçlerimiz ve yargı organlarının ta kendisi ile ilgili. Türkiye’de devletin ve yargının yasalarla bağlantısı ile doğrudan ilgili ve halen de bir sorun olarak varlığını sürdürüyor. Mutlu Öztürk hocanın önümüzdeki hafta 21 şubat 2020’de ilk duruşması görülecek ve tüm şu yukarıdaki kurumların işlemleri bu kez 29. Ağır Ceza Mahkemesi’nde koğuşturulacak-değerlendirilecek.
Şimdi galiba geldiğimiz aşamada asıl soru artık şudur: Bu duruşma sadece Mutlu hoca için değil Türkiye’nin tüm yurttaşları için bir fırsat mıdır? Ve Türkiye’nin yargı organları yasalara, İHAM ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarına ve uluslararası kurumların hak ve özgürlüklere dair ilkelerine sahip çıkacak bir iddiaya, bir potansiyele sahip midir? Sadece uluslararası kurumların değil Türkiye Anayasa Mahkemesi’nin de belirlediği düşünce özgürlüğü standartlarını hayata geçirecek mahkemelere sahip miyiz? Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak bu soruların cevaplarını aramaya hakkımız var. Bir 17’nci yüzyıl Fransız alimi mahkeme kararlarının “milli şeref”e dahil olması gerektiğini söylemişti. Yurttaş Mutlu Öztürk’ün son dört aylık hikâyesine şahitik eden biz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları da mahkeme kararları ile şerefleneceğimiz günleri bekliyoruz…
Orhan Gazi Ertekin - Demokrat Yargı Eşbaşkanı
* Forum kategorimiz çok çeşitli türde içeriğe açıktır. Gazete Duvar'ın editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.
Kaynak: https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2020/02/13/yurttas-mutlu-ozturk-ned...