ANKARA - Covid-19 salgını sürecinde hükümetin politikalarını değerlendiren Halk Sağlığı Hemşiresi Doç. Dr. Özlem Özkan, "Türkiye’de sistem sağlık emek gücünü ‘sağlık ordusu’, kişisel koruyucu ekipmanı 'teçhizat', salgın ile mücadeleyi ‘seferberlik, muharebe’, çalışma yaşamını ‘cephe’ gibi savaşın diline tercüme ederek, sağlık çalışanlarını da ‘kahraman’ olarak niteleyerek, bu ağır çalışma koşulları gizlemeye çalıştı. Artık bu ideolojinin sağlık çalışanlarına yetmediği gayet açık" dedi.
Dünya genelinde etkisini sürdüren koronavirüs (Covid-19) salgınında kış ayının gelmesiyle birlikte risk daha büyüyor. Sağlık Bakanlığı’nın resmi verilerine göre yaşamını yitirenlerin sayısı 10 bini, günlük vaka sayısı ise iki bin 500'ü geçti. Vaka sayılarında ve ölümlerde artış yaşanırken, önlemlerin alınmaması, grip aşısının kriterlere bağlanması, sağlık emekçilerinin ağır çalışma koşullarının artması ve virüse diğer gruplara göre daha fazla maruz kalması ile birlikte sorunlar giderek büyüyor.
Kocaeli Üniversitesi'ndeki görevinden Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen Kocaeli Dayanışma Akademisi’nden Halk Sağlığı Hemşiresi Doç. Dr. Özlem Özkan, salgında son süreci ve hükümetin politikalarını değerlendirdi.
'Hasta ve yaşamını yitirenlerin sayısı çok fazla'
Sağlık Bakanı tarafından paylaşılan verilerin “doğrulanmış hasta”lar olduğuna dikkat çeken Özlem, bu sayının içinde Dünya Sağlık Örgütü’nün Covid-19 hasta sınıflamasında yer alan “şüpheli” ve “olası hasta” ların yer almadığını kaydetti. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de hiçbir belirtisi olmadan (asemptomatik) hastalığı geçirenlerin toplam hasta sayısının en az yüzde 45’i kadar olduğunu aktaran Özlem, “Bu bilgiler ışığında, hasta ve ölüm sayılarımızın açıklanandan çok daha yüksek olduğu, bir başka ifadeyle buzdağının sadece görünen kısmı olduğu açıktır. Nitekim, oldukça zor ve ağır koşullarda çalışan filyasyon diye adlandırılan aslında temaslı izlem ekiplerinin de (ekim ayında nihayet bir bilim kurulu üyesi de bunu itiraf etti) bazı büyük illerdeki bildirim yaptıkları sayılar toplandığında, Bakan tarafından o gün açıklanmış, doğrulanmış hasta sayısından bile çok daha fazla olduğuna tanık oluyoruz. Hatta, Sağlık Bakanı’nın Haziran ayının ortalarında yapmış olduğu bir basın açıklamasında on il için açıkladığı doğrulanmış hasta sayısının yine Bakan tarafından günlük olarak açıklanmış Türkiye’deki toplam hasta sayısından çok daha fazla olduğu gibi bir duruma da tanık olduk” dedi.
‘Ölümden ve hastalıktan birey sorumlu tutuluyor’
“Salgın ne olacak?” ve “Salgınla nasıl mücadele edilecek?” sorularının yanıtlanmasının Covid-19 salgının seyrinin değerlendirilmesinde oldukça önemli olduğunu ifade eden Özlem, “Türkiye’de ilk Covid-19’tanısının konulduğu 10 Mart tarihinden itibaren Sağlık Bakanlığı yürütücülüğünde her ne kadar eksik, katılımcı ve şeffaf olmayan bir yönetim anlayışıyla da olsa kamusal önlemler alınmaya çalışıldı. Bu önlemlerin bir bölümü hayata da geçirildi. Bunun bir sonucu olarak, 1-7 Haziran tarihinde günlük ortalama doğrulanmış hasta sayısı 884’e kadar düşürüldü. Buna karşı ‘normalleşme’ açıklamasıyla birlikte, kamusal önlemler neredeyse tümüyle ortadan kaldırıldı. Kamusal önlemlerin tamamlayıcısı olan bireysel önlemler ise asıl önleme dönüştü. Bir başka ifadeyle, kapitalizmin neoliberal sağlık anlayışının ‘bireyin sağlığından, hastalığından ve ölümünden sadece birey sorumludur’ olan egemen ideolojisi pandemiyle beraber hızla hareket etmeye başladı” diye konuştu.
'Ölüm sayısı artacak'
Kapalı ortam, yakın mesafe ve uzun süreli temasın en önemli bulaş nedeni olduğunu kaydeden Özlem, “Havaların soğumasıyla beraber, kamusal önlemler alınmayıp, sadece bireysel önemlerle hareket edilecek olursa, hasta ve ölüm sayısının çok daha fazla artacak” uyarısında bulundu.
‘Bakanlık açık ve şeffaf değil’
Covid-19 hasta ve ölüm sayılarının belirtilenin çok ötesinde olmasının yanı sıra, PCR testi için görevlendirilen laboratuvarlar sonuçlarının da kamuoyu ile paylaşılmadığını ifade eden Özlem, “Buna ek olarak Sağlık Bakanlığı tarafından oluşturan ‘Bilim Kurulu’ ile ‘İl Pandemi Koordinasyon Kurulları’nın kimlerden ne şekilde oluşturulacağı/oluşturulduğu, görev ve yetkilerinin ne olacağı/ne olduğu da maalesef kamuoyu ile paylaşılmıyor. Covid-19 hasta ve ölüm sayılarında AKP, Sağlık Bakanı, Bakanlık açık ve şeffaf değildir. Bu iktidarla ve bu Bakan ile de imkansız olduğu ortada. Oysa, hükümetlerin, siyasetçilerin ve sağlık bakanlıklarının salgınla ilgili verileri ve bilgileri bilimsel gerçeklere dayandırması, onların erişilebilir, açık ve şeffaf olması; toplumda güvenin inşasında, panik ya da kafa karışıklıklarının önlenmesinde ve salgınla akılcı mücadelesinde adeta bir anahtardır ve kamu politikasının gereğidir” ifadelerini kullandı.
'Salgın en fazla kadınları etkiledi'
Dünyanın pek çok ülkesinde ve Türkiye’de günlük yaşamını salgın öncesi gibi devam ettiren küçük bir azınlık olduğunu söyleyen Özlem, sözlerini şöyle sürdürdü: “Buna karşın, yaşayabilmek için çalışanlar-emek gücünü satmak zorunda olanlar, küçük sermaye ile kendi işinde çalışanlar- küçük esnaf- emekçi kadınlar ile yaşlılar ve öğrenciler salgın öncesindeki gibi yaşayamıyor. Yani, her sağlık ve sosyal sorun da olduğu gibi, özellikle salgınlar da işçileri, emekçileri, yoksulları, kadınları, göçmenleri, evsizleri vb. kişi ve grupları vurur. Öyle de oldu. Fabrikalar, madenler, kent içi toplu ulaşım araçları vb. salgının önlenmesi ya da kontrol altına alınması için gerektirdiği biçimde insanlarının korunmasına yönelik olarak düzenlenmedi. Çalışma koşulları ve çalışmak zorunda olanların işe gidişlerinde kullandığı toplu ulaşım araçları hastalığın bulaşmasının ve yaygınlaşmasını artırıyor. Gerekli düzenlemeler yapılmadığı için üniversiteler ve okullar hala açılmadı. Parası olanların gidebildiği özel okullar haftanın belirli günlerinde de olsa eğitim veriyor olmasına karşın, pek çok ilimizde devlet okullarında eğitim verilmiyor. Öte yandan karantina ve izolasyonda olanların, hafif ve orta düzeydeki Covid-19 hastalarının izlemi, bakımı ve tedavisinin evde devam ettiği düşünülürse bunlar da ne yazık ki büyük oranda kadınlar tarafından yerine getirildiğinden kadınların evin organizasyonu, bakım gibi işlevleriyle yüklerini kat be kat daha artırıyor.”
‘2019 yılında üç milyon grip aşısı geldi'
Kış mevsiminin gelmesi ile birlikte grip aşısının gündeme geldiğini ancak Bakanlık tarafından aşı için getirilen kriterlere değinen Özlem, şöyle konuştu: “Grip aşısı, etkeninin özelliği nedeniyle diğer aşılardan farklı olarak yalnızca bir mevsim için (8 ay) üretiliyor ve kullanılabiliyor. Mevsimsel gribin etkeni her yıl mutasyon gösterdiğinden, bir önceki yılın aşısı yani 2019 yılında üretilmiş aşı, 2020 yılında bir önceki yıllardaki etkili olamıyor. Bu nedenle şirketler, ülkelerden aldıkları talepler kadar üretiyor. Her ülkenin Bakanlığı’na yıl başında sorulup, mart sonu nisan ayları yaşına kadar aşı siparişlerini vermesi isteniyor. 2019 yılında Türkiye üç milyon doz grip aşısı gelmiş olmasına karşın, bu yıl 1.5 milyon doz gelecek olması bütünüyle Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğundan-sorumsuzluğundan kaynaklanmaktadır. Böyle olunca, altı aydan büyük bütün herkese yapılması gereken, bununla birlikte kronik hastalığı olanlara, bağışıklık sistemi bozuk olanlara, kanser hastalarına, sağlık çalışanlarına vb. risk gruplarına mutlaka yapılması gereken mevsimsel grip aşısı yalnızca 1.5 milyon kişiye yapılacak. O da tabii ki iktidardan ve yakınlarından artarsa."
Çareyi istifa etmek ve emekli olmakta buluyorlar
Sağlık çalışanlarının virüsten dolayı hayatını kaybetmesini, mevcut iktidarın sağlık politikaları ile değerlendiren Özlem, Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ve esnek üretimin ortaya çıkardığı ağır, uzun, yoğun, esnek, belirsiz süreli, sağlıksız ve güvensiz çalışma koşullarının da bu durumun bir diğer sonucu olduğunu dile getirdi. Öte yandan, salgına hazırlık planın yapılmadığını ve kamusal önlemlerin alınmadığını vurgulayan Özlem, “Türkiye’de sistem sağlık emek gücünü ‘sağlık ordusu’, kişisel koruyucu ekipmanı 'teçhizat', salgın ile mücadeleyi ‘seferberlik, muharebe’, çalışma yaşamını ‘cephe’ gibi savaşın diline tercüme ederek, sağlık çalışanlarını da ‘kahraman’ olarak niteleyerek, bu ağır çalışma koşulları gizlemeye çalıştı. Artık bu ideolojinin sağlık çalışanlarına yetmediği gayet açık. Sağlık Bakanlığı ve özel sağlık kurumu sahibi patronlar sağlık çalışanlarının sağlığı ve güvenliği için kamusal önlemleri ve gerekli düzenlemeleri yapmadığı sürece, sağlık çalışanlarının hastalanma ve ölme riski artacak. Bu riski göze alamayanlar ya da Covid-19 pandemisinin orantısız yükünü taşıyamayan sağlık çalışanları çareyi istifa etmekte ve emekli olmakta buluyor. O nedenle, sağlık çalışanların meslek örgütlerinin ve sendikalarının sağlık çalışanlarının sağlıklarını tehdit eden ağır çalışma koşullarının tümüyle ortadan kaldırılması ve onların da birinci basamak sağlık hizmeti alabilmesinin sağlanması, ulaşım, kreş vb. kamusal sosyal hizmet olanaklarının sağlanması için ortak mücadele etmeye hız vermesi aciliyet gerektiriyor” dedi.
Kaynak: http://jinnews11.xyz/TUM-HABERLER/content/view/150739