Mine Gencel Bek'in Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
01.10.2019

"İçinde yaşadığım toplumun, hatta dünyanın sorunlarına duyarlılığım ve bu duyarlılığı sözle, sokak eylemiyle, akademik araştırmayla, eğitim çalışmalarıyla, çok çeşitli yollarla kamusal olarak görünür kılmam, üretmem ve paylaşmam, bu bildiriyle başlamadığı gibi, bu bildiriyle de bitmemiştir."

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden öğretim üyesi Prof. Dr. Mine Gencel Bek'in Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 32. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.

(Mahkeme, Gencel Bek beyanını sunmadan celse arasında beraat kararı verdi.)

Barışı savunduğu halde, terör örgütü propagandası yapmakla yargılanan diğer akademisyen arkadaşlarımın, hakkımızda düzenlenen iddianamenin hem formel hem de içerik açısından taşıdığı sorunlara işaret ederek -aslında 2016 yılının Ocak ayında imzaladığımız “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı barış bildirisinin ne olduğu, akademik özgeçmişler, araştırma alanı, politik görüş ve duyarlılıklar, akademisyenin sorumluluğu ve bu yargılamanın ülkeye, topluma verdiği ve vereceği zararlar eksenlerinde- sundukları beyanlara ben de bir ekleme yapmak istiyorum.

Bizlere dair düzenlenen iddianamede beni en çok rahatsız eden, bir örgüt yöneticisinin talimatıyla bildiriyi imzaladığım iddiasıydı. Sanıyorum, hayatın adaletsizliklerle dolu olduğunun ilk farkına ilkokul yıllarında vardım. O zaman bile, okul müdürüne bahçedeki ağaçların neden kesildiğinin hesabını soracak kadar haksızlıklara karşı çıkma cesaretim vardı.

Aklı, bilgisi, hayat deneyimi ve sezgileriyle karar veren, hayatı boyunca üzerinde, baba, erkek kardeş, koca, dekan, rektör vb. hiçbir iktidarı tanımayan bir kadın olarak, başka birisinin talimatıyla bir imza atmam imkansızdır ve bu suçlama, bana, benim aklıma, kişiliğime hakarettir. 

Bildirinin imzalanmasından bugüne kadar geçen neredeyse dört yıla yakın süre, belki bir ülkenin, bir toplumun tarihinde büyük bir zaman dilimi değil. Ancak bu süre zarfında yaşanılanların cılız da olsa var olan hukuk devleti, demokrasi kültürü ve kurumlarına olumsuz etkileri unutulacak gibi değildir.

Bu dönem, yurttaş sorumluluğu ve mesleki gereklilikle müdahil olan akademisyenler, gazeteciler, hak savunucuları ve hukukçular vb. kesimlerin eleştirilerinin suç olarak görülüp cezalandırılmaya ve hatta linç edilmeye çalışıldıkları bir dönem olarak hatırlanacaktır.

Bu yıllarda, zaten haksızlıklar ve adaletsizliklerle dolu toplumsal belleğimize yenileri eklendi ve eklenmeye de devam ediyor. Bu yaşanılanların sadece toplum üzerinde değil, tek tek insanların hayatı üzerinde de derin etkileri olmaktadır. Maalesef ki, Barış için Akademisyenler davasında bir arkadaşımız, Dr. Mehmet Fatih Traş, intihar etmiştir.

Pek çok arkadaşımızın birinci derecede yakını, annesi, babası vefat etmiş, sürgünde yaşayanlar, getirilen temelsiz ve hala düzeltileceğini umduğumuz pasaport tahdidi nedeniyle cenaze törenine bile gidememişlerdir. Ölenler, çocuklarının beraatini de, çocuklarını da göremeden ölmüşlerdir.

Hiçbir yere kaçmadıkları halde ve benim de yaptığım gibi bizzat adliyeye giderek adreslerini ilettikleri halde, imzanın atılmasının ardından terörle mücadele ekiplerinin pek çok ilde pek çok akademisyen arkadaşımızın evine sabaha karşı operasyon düzenlemesi, evlerini araması, çocuğuma derin bir çocukluk yarası bırakmamak için hayatımda köklü değişikliklere gitmeme yol açmış, yıllarca sadece kendi emeğimle kurduğum, görece bir dengesi olan hayatımın elimden kaymasına sebep olmuş, çizdiğim yeni yön ise yeni kısıtlılıkları getirdiğinden, bu süreci çocuğumun yara almadan geçirmesini, muhtemeldir ki, sağlayamamıştır.

KHK ile ihracımla da birleşen bu suçlama, maddi ve manevi açılardan hayatımda çok çeşitli sorunlara yol açmıştır ve açmaya devam etmektedir.

İçinde yaşadığım toplumun, hatta dünyanın sorunlarına duyarlılığım ve bu duyarlılığı sözle, sokak eylemiyle, akademik araştırmayla, eğitim çalışmalarıyla, çok çeşitli yollarla kamusal olarak görünür kılmam, üretmem ve paylaşmam, bu bildiriyle başlamadığı gibi, bu bildiriyle de bitmemiştir.

Bundan sonra da toplumsal barış da içinde olmak üzere ırkçılığa, ayrımcılığa, sömürüye, cinsiyetçiliğe karşı konumumu koruyarak, çeşitli açılardan ezilen ve ötekileştirilenlerin haklarını, tarihin doğruluğunu teyid ettiği, belli evrensel, demokratik, ilkeleri savunmaya devam edeceğim.

Bu davanın, meslek ilkelerini hiçe sayarak etkinlik gösteren medyada temsili ve trolcü sosyal medya güruhu tarafından yıllardır sembolik olarak linç edilmemiz bir kez daha bana gösterdi ki, barış gazeteciliği, demokratik medya kültürü, çocuk hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği konularında ders vermiş, araştırmalar yayınlamış, tezler yönetmiş bir akademisyen olarak bu etkinliklerimin hepsi çok kıymetliymiş ve ben bunlara yılmadan da devam ediyorum ve edeceğim.

2000 yılından beri üniversite birinci sınıfta gazetecilik öğrencilerine verdiğim derste, Lynch Jake ve Annabel McGoldrick (2012)’den tercüme ederek hep söylediğim gibi, barış söz konusu olduğunda çatışmalı duruma dair iki taraftan daha fazlası vardır; hakları zedelenenler vardır; sivil halk gibi, çocuklar gibi, doğa, çevre, tarihi ve kültürel varlık gibi.

Barış akademisyeni arkadaşım Ayten Alkan’ın  (2018) beyanında çok güzel belirttiği gibi, hayvanlar da vardır bu yıkımın mağdurları içinde. Ben, bu çatışmanın geniş ölçekli, geniş bir zaman ve uzama dayanan ve yayılan kıyıcılığıyla; bu kıyımın bitirilmesiyle ilgiliyim; çatışmanın tarafları olarak konumlanan devlet ya da örgüt arasından bir seçim yapmak durumunda değilim.

Galtung’un 1964 yılında yayımlanan makalesinde yıllar önce belirttiği gibi, sıcak çatışma, savaş ortamı bitse dahi, barış için mücadele bitmez.

Barışı doğrudan çatışma ve şiddet yokluğu ile sınırlamadan, pozitif kavrayarak, yoksulluk, açlık, ayrımcılık, adaletsizlik vb. gibi “doğrudan olmayan şiddet” türlerini ihmal etmeden “adil barış”ı savunan, insan hakları ve barışı birleştiren insan hakları literatürünün de (Schirch, 2002; Shaw, 2012) yaşadığımız coğrafya için önemi çok büyüktür.

Galtung’un 1985 yılında yayınlanan makalesinde belirttiği gibi sadece iyileştirici değil, önleyici tıbba da ihtiyaç vardır. Bu durumda sadece şiddetin ortadan kalkması değil, aynı zamanda barışın koşullarını sağlamak için çalışmak gerekmektedir.

Savaş, şiddet, nefret yerine barış, sevgi ve dostluğu savunmada medya ve gazeteciliğin yanı sıra yeni iletişim teknolojilerinin potansiyeli, bu konudaki örneklere bakıldığında umut vericidir (Gencel Bek, 2016a).

Çatışmanın sona ermesi ve barışın tesisinin yanı sıra, disiplinlerarası çalışmalarla travmalara dönük çalışmaların yapılması gerekir (Gencel Bek 2016b).

Kristin Sorensen’in Galtung’dan hareketle belirttiği gibi, bir travma yaşanınca, hem mağdurun hem de buna yol açan, bizzat şiddet uygulayanın bedeni, zihni ve ruhu yaralanıyor aslında; tüm topluluk böylece zedeleniyor. Hakikat ve adalet olmadan iyileşme ise mümkün değil.

Son olarak, tüm barış akademisyenlerine, gazetecilere, yazarlara, hak savunucularına dönük yargılamaların acilen beraatle sonuçlanarak, ifade özgürlüğünü kullananlara dönük suçlama, düşmanlaştırma ve linç kültürü ile açılan, derinleştirilen ve yayılan tüm yaralar için hesap verilmesini, barış ve iyileşme sürecinin hemen başlamasını ve enerjimizin adil, özgür bir yaşam ve barış kültürünün geliştirilmesine harcanmasını diliyorum. (MGB/TP)

Kaynakça 

Alkan, Ayten (2018). Akademisyen Yargılamaları. Ayten Alkan’ın Beyanı. bianet. 18 Aralık. http://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/203660-ayten-alkan-in-beyani 

Gencel Bek, Mine (2016a). “Barış İçin İletişim ve Teknoloji”. (Communication and Technology for Peace) 26 Mayıs. bianet. Barış Gazeteciliği Kütüphanesi.

http://bianet.org/bianet/diger/175172-baris-icin-iletisim-ve-teknoloji 

Gencel Bek, Mine (2016b) “Çatışma Ortamında Gazetecilik Yapmak”. 26 Haziran. P24. Platform for Independent Journalism. http://platform24.org/p24blog/yazar/70/ 

Galtung, Johan. (1964). ‘Editorial’. Journal of Peace Research. 1 (1): 1-4.  

Galtung, Johan. (1985). ‘Twenty Five Years of Peace Research: Ten Challenges and Some Responses’. Journal of Peace Research 22 (2):  141-158. 

Lynch Jake ve Annabel McGoldrick (2012). ‘Barış Gazeteciliği Yapmanın Püf Noktaları'  (mediachannel.org’dan kısaltarak Haberi Okumak dersi için çev. Mine Gencel Bek). t24. 18 Eylül. 

Schirch, Lisa (2002). Human rights and peacebuilding: towards justpeace. Paper presented to 43rd Annual International Studies Association  Convention, New Orleans, Louisiana, March. 

Shaw, Ibrahim Seaga (2012). ‘Human rights journalism’: a critical conceptual  framework of a complementary strand of peace journalism’. Ibrahim Seaga Shaw, Jake Lynch,  Robert A Hackett (Ed). Expanding Peace Journalism: Comparative and Critical Approaches. Sydney. Sydney University Press: 96-121 

Sorensen, Kristin (2015). ‘Communication for Memory and Peace’. Julia Hoffmann, Virgil Hawkins. Communication and Peace. Mapping an Emerging Field. Routledge: London, NY: 277-288. 

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/213779-mine-gencel-bek-in-beyani