AKP Sömürünün Yerli-Milli Markası / 17 yıllık AKP İktidarının Özeti: Demokrasi Yoksa Refah da Yok! / Barış Akademisyeni Mehmet Fatih Traş Anısına (Suça Ortak Olmayanların Hakikati - Dosya 11)

Yazar / Referans: 
Gülcan Dereli, Yeni Yaşam Gazetesi
Tarih: 
07.09.2019

Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararı ile bir kez daha gündeme gelen Barış Akademisyenleri’ne dair okurlarımız için bir yazı dizisi hazırladık. Yazı dizimizin ilk bölümünde, ne dediler de bu kadar yoğun baskıya maruz kaldılar ve yaşadıkları hukuksal süreci özetledik. Yazı dizimizin devamında ise Barış Akademisyenleri’nin kendi anlatımları, hikayeleri, kayıpları, zorlukları, dayanışmaları yer alacak. Kendi kalemleriyle hikayelerini yazacaklar. Son olarak Türkiye’nin toplumsal bilincine her alanda katkı sunan bu zihinlerin makalelerine yer veriyoruz. Uzmanlık alanları üzerinden ülkenin içinde bulunduğu durumu yorumladılar, analiz ettiler. Yani kendilerini ve ülkenin halini anlattılar.

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi Gönüllüsü ve  Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyesi Barış Akademisyeni Aslı Odman, “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriye imza attığı için yargılanıyor. 

AKP sömürünün yerli-milli markası

Aslı Odman

AKP, esasında bir partinin değil emek-sermaye ilişkileri açısından da, ekoloji ve kent siyaseti açısından da bir dönemin adı. AKP, kapitolesen diye adlandırılan yeni jeolojik zamanın yerli ve milli markası oldu diyebiliriz. Bu tanım ne anlama geliyor? Artık kürenin tarihi jeolojik dönemlerin içindeki nispeten “doğal” faktörlerin birbirini tetikleyerek belirlediği bir şey değil. Küre içindeki baskın canlı olan insanın kapitalist organizasyonunun eliyle değiştirilen bir şey: İklim değişimi, biyolojik çeşitlilik kaybı, atık dağları, özetle geri dönüşsüz bir çevre felaketi. Ve tabii ki kapitalosen’in de bedeli tür olarak, sınıfsal, ulusal, etnik, nesil ve cinsiyete göre altta tutulanın, bırakılanın sırtına daha çok bindiriliyor. İnsan-olmayanın (hayvan, bitki ‘türü’ canlılar), sermayedar olmayan, üretim araçlarına, servete, düzenli gelire sahip olmayanın, baskın ulus kurmuş etnisiteye ve ona atfedilen dil, mezhep, din, millilik tanımlarına dahil olmayanın, erkek, heteroseksüel olmayanın, servet, statü ve konum biriktirecek, eski, nispeten daha sağlıklı çevresel ve sosyal koşullardan faydalanacak kadar yaşlı olmayanın sırtına biniyor bu yıkımın kısa vadedeki bedeli.

Artık emek konusunu diğer ana adaletsizlik, eşitsizlik eksenlerinden bağımsız, bu alanlar arasında somut mücadelelerde kurulacak çapraz bağlara değinmeden ele almak gittikçe imkansız ve anlamsız, hatta amacın zıddına işler bir hale geliyor. Özellikle de geçmiş emek mücadelelerinin yanlışlarına ve günümüz sendikal hareketin sistematik kör noktalarına baktığımız zaman.

Ekonomik ve siyasi şiddet

Her gün onlarcasına şahit olduğumuz ve kaydettiğimiz iş cinayetleri resmen ‘çalışma barışı’ diye adlandırılan bir sistem içinde doğallaştırılırken, ‘imar barışı’ ise kentlerin yıkımının yeni parçacıklı formülü oluyor. ‘Barış’ kavramının hakikat-sonrası dönemde içinin boşaltılarak baskı aracı olarak kullanılmasının karşısında, emeğin özgürleşmesinin de ancak gerçek barış koşullarının oluşabileceğini unutmamak ve bunun ortak şartları hakkında kafa yormak, organize olmak gerekiyor. Zira işyerlerinde ekonomik şiddet ve siyasi şiddet iç içe geçiyor.

Vebali boynumuzda

Anısı ve vebali hepimizin boynunda olan Barış Akademisyeni Mehmet Fatih Traş’ın Barış Bildirisi imzacısı olduğu için kara listeye alınması, sırf ekmeğini kazandığı değil, anlam da kazandığı işyerinde yaşadığı sembolik şiddet ile intiharı arasında bağların olmadığını düşünmek imkansız. Bu bağların kaybetmeden önce farkına varmamız bana çok önemli geliyor.

Son dönemde klasik manada emek ve diğer alanlarda yaşanan yapısal dönüşümlerin arasındaki ilişkilere kabaca değinerek cevabımı toparlamak isterim. Zira ‘AKP’li yıllarda emeğin durumu’ hakkında meslektaşlarım kapsamlı ve doyurucu çalışmalar yaptılar, meraklıları konuya girişi buralardan sağlayabilir: Bağımsız Sosyal Bilimciler 2015 yılında, Aziz Çelik ve Meryem Koray 2017 yılında ‘Himmet, Fıtrat, Piyasa. ‘AKP’li Yıllarda Sosyal Politika’ manalı derleme başlığı altında, emek ile ilgili tüm klasik kriterlere ve dokunduğu alanlardaki gelişmelere dair kitaplar yayınladılar.

DİSK 2018 yılında sadece buna dair bir rapor hazırladı. Burada taşeron çalışmanın istisna değil kural haline gelmesi ve sistem içine çekilmesi, fiiliyatta var olan diğer güvencesizlik formları dururken henüz çok rağbet görmeyen kiralık işçiliğin hayata geçirilmesindeki sembolik anlam, emeklilik yaşının yükseltilmesi, sendikalaşma oranlarındaki düzenli düşüşün devam etmesi, kamudaki güvenceli istihdamı neredeyse tamamen ortadan kaldıran KİT özelleştirmelerine hız verilmesi, OHAL KHK’leri formülü ile kamu görevinden men ederek fiilen güvenceli memuriyet çalışma formunun esnetilmesi, memurların ‘terbiye ve disiplin’ bağlarının sıkılaştırılması, emekçinin kazanılmış haklarının ağırlığını yansıtan iş davalarında zorunlu arabulucuk sisteminin dayatılması, kronik hale gelen ve özellikle genç ve kadınlarda ortalamanın üç misline kadar çıkan işsizlik oranları, istihdamda artan toplumsal cinsiyet eşitsizliği, emekçiyi vergilendiren dolaylı vergilerdeki artış, milli gelir ve döviz kuru artışı ile oranlandığında sürekli azalan asgari ücretin payı, yani daha da eşitsizleşen gelir dağılımı, bu kapanmayan deliği kapatmaya çalışan, hane halkı gelirine oranla yüzde 4’lerden yüzde 50’lere çıkan hane halkı borçlanması ile ‘borç kıskacına alınan emek’, resmi azami haftalık çalışma süresinin dörtte birini aşan, ömürden yiyen çalışma süreleri ve günde en az 20’den fazla çalışanın canını alan kaza veya zamana yayılmış iş cinayeti teşkil eden meslek hastalıklarına ve işyerinde şiddetin her türüne bağlı ölümler, hayatını kazanırken hayatını veren emek…

Ortak mücadele, ortak kavram

Peki bu tablo karşısında AKP, değişen koalisyonlar içinde de olsa, kısmen barışçıl artık daha da çok her açıdan saldırarak, bu kadar uzun ve belirleyici bir süre zarfında tek partiye rızayı hala nasıl sağlamaya devam ediyor olabilir? İşte yukarda bahsettiğimiz çapraz bağların bilgisini devreye sokmadan bunu anlamaya imkan yok. Son senelerde tanık olduk ki, bu yaratılan rıza, hiç bitmeyecekmişçesine kentsel alanları ve daha önce dokunulmamış çevreyi çitleyerek, metalaştırarak, buradan ortaya dökülenlerden şirketlerin hamuduyla götürmediklerini de gerek maddi, gerek sembolik olarak damla damla ‘emeğiyle geçinene’ dağıtarak oluyor. Kimine “bir gün” zengin olma vaadi düşüyor, kimi tarlasından geçen otoyola sevinip bir seferde toplu para kazanmakla içeriliyor. Demek ki emeğin ahvaline bu diğer alanlardan bağımsız değinmek mümkün değil. Önce Kürt illerinde bölgesel, daha sonra Türkiye’de genel olarak deklare edilmiş resmi olağanüstü halin, bugün yangın yerine dönen işyerlerinde öncül yankıları oldu. Gündelik ‘olağanüstü haller’ yaşadık ve bunları es geçtik. Her şeyden önce ortak mücadelenin ortak kavram ve teğellerini yaratmak için, çapraz ağlar kurmak için artık bu bağlara bakmamız gerektiğini düşünüyorum.

Yrd. Doç. Dr. Özgür Müftüoğlu, 28 yıl akademik çalışmalar yürüttüğü Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden, “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzalaması sebebiyle 29 Nisan 2017 tarihinde çıkartılan KHK ile ihraç edildi.

17 yıllık AKP iktidarının özeti: Demokrasi yoksa refah da yok!

Özgür Müftüoğlu

AKP, 17 yıllık iktidarında Türkiye’yi ekonomik ve siyasi bir çıkmaza sürükledi. Oysa iktidarının ilk yıllarında AKP, geniş çevrelerde ekonomide yüksek büyüme, siyasal alanda liberal/demokratik adımlar atacağı beklentisi yaratmıştı. Neoliberal yapısal uyum programını tavizsiz uygulayan AKP, çalışma rejiminde emekçilerin güvencesi olan düzenlemeleri ve sosyal hakları ortadan kaldırarak; doğayı, hiçbir kural tanımadan sermayenin yatırım alanı haline getirerek ve tüm kamu kaynaklarını sermayenin hizmetine sunarak Türkiye’yi sermaye için “cazip” hale getirdi. Emeğin, doğanın ve kamu kaynaklarının sınırsızca sömürüsü sayesinde Türkiye, AKP iktidarının ilk 10 yılında beklenen yüksek büyümeyi sağladı. Ancak bunun bedeli; işsizlik, yoksulluk, iş cinayetleri, kamusal hizmetlerin tasfiyesi ile doğanın talan edilmesi oldu. Toplumsal muhalefetin önemli bir kesimi (partiler, sendikalar vb), uygulanan programın demokratik adımların teminatı olarak gördükleri AB üyelik sürecinin gereği olarak da sunulduğu için ekonomik büyümenin toplumsal bedeli karşısında sessiz kaldı; hatta AKP’yi destekledi.

Rejim değişikliği

AKP’nin uyguladığı politikaların toplumsal ve ekolojik sonuçlarının olumsuzlukları belirginleşmeye başladıkça toplumun farklı kesimlerinden aldığı destek de azalmaya başladı. AKP’nin tek başına iktidar olma gücünü kaybettiğinin ilanı olan 7 Haziran 2015 seçim sonuçları bunun en açık göstergesidir. AKP, toplumsal desteği kaybetmiş olmasına rağmen iktidarını sürdürebilmesinin tek çaresi, otoriter bir yönetim tarzı içinde ikna edemediği toplum kesimlerini baskı altına alarak, zorla rıza göstermelerini sağlamaktı. Bunun için de önce Kürt sorununda çözüm sürecini sona erdirdi ve milliyetçi bir ittifakla yoluna devam etmeyi tercih etti. Böylece o döneme kadar AKP’yi destekleyen kesimlerin önemli gerekçelerinden olan “demokratikleşme” beklentisi de tamamen sona ermiş oldu.

Keza 12 Eylül 2010 referandumu ile yargı, yürütmeye bağımlı hale getirilmişti zaten; bunun üzerine 15 Temmuz darbe girişimi gerekçe gösterilerek çıkartılan OHAL ile birlikte yasama organı olan parlamentonun yetkileri yürütmeye devredilirken, başta HDP olmak üzere muhalefet partileri, basın, akademi, demokratik kitle örgütleri ve sendikalar baskı altına alındı. Son olarak da bu baskı koşulları altında yapılan 16 Nisan 2017 referandumu ve 24 Haziran 2018 seçimleriyle Türkiye’de bir rejim değişikliği gerçekleşti ve yasama-yürütme-yargının “tek adam”da toplandığı totaliter bir rejim yaşama geçirilmiş oldu.

Enflasyon, işsizlik, yoksulluk…

OHAL’le birlikte fiilen uygulanan “tek adam” rejimi, demokrarikleşme konusunda beklentileri tamamen boşa çıkartırken, sermaye kesimi için bir olanak (fırsat) haline geldi. Gerçekten de OHAL’in ilan edildiği 20 Temmuz 2016 tarihinden itibaren demokrasinin tamamen ortadan kaldırılmasının yanında kamu varlıklarının sermayeye aktarılması, emek sömürüsünü derinleştirecek esneklik uygulamaları gibi birçok düzenleme yaşama geçirildi. Öte yandan Erdoğan’ın övünerek sıkça vurguladığı gibi, grev hakkı fiilen engellendi. İstanbul’un Kuzey Ormanları, Kaz Dağları, Hasankeyf gibi ülkenin dört bir yanında doğayla birlikte tarih de sermayenin sömürü alanı haline geldi/getirildi. Emek ve doğa sömürüsünün yanı sıra sarayın keyfi idaresi altındaki ekonomi yönetiminin üreterek değil borçlanarak günü kurtarma çabasıyla enflasyon, işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik her geçen gün arttı, artmaya da devam etti.

Ötekileştirilenler ortaklaşmalı

AKP’nin iktidarı ve “tek adam” rejiminde geçen her gün siyasi ve ekonomik krizin daha da derinleştiğini gören sermaye çevreleri, AKP’nin politikalarının zaman zaman yürütücüsü olmuş isimleri (Babacan, Davutoğlu vd), aynı politikaları farklı yüzlerle sürdürebilmek için siyaset sahnesine yeniden sürmeye hazırlanıyor. Oysa AKP iktidarında geçen 17 yıl bir bütün olarak değerlendirildiğinde bir kez daha görülüyor ki, siyaset ve ekonomi birbirlerinden farklı alanlar değildir. Demokratik siyasetin olmadığı, toplumun genel çıkarları aleyhine politikaların uygulandığı koşullarda ne ekonomik refaha ulaşılabilir ne de demokrasi gelişir. Bu bağlamda ekonomide krizin aşılabilmesi için de öncelikli koşul, Türkiye’de demokrasinin, barışın tesis edilebilmesi için emeği ve doğası sömürülenlerin; dilinden, dininden, ırkından, etnik kimliğinden dolayı ötekileştirilenlerin bir arada mücadele etmesidir.

Çukurova Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Ekonometri bölümü Araştırma Görevlisi Mehmet Fatih Traş, Barış Bildirisi’ne imza attığı için ihraç edildi.

Barış Akademisyeni Mehmet Fatih Traş anısına

Çukurova Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Ekonometri bölümü Araştırma Görevlisi Mehmet Fatih Traş, Barış için Akademisyenler’in Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisi imzacısıydı. Doktorasını bitirmesinin ardından görev süresi uzatılmadı, başvuruları birçok üniversite tarafından kabul edilmedi. Traş, 25 Şubat 2017’de hayatına son verdi. Yaşamına son veren akademisyen Traş, yurt dışı burs başvurusu için yazdığı bir mektubunda karşılaştığı engellemeleri anlatıyordu.

Traş, 1 Şubat tarihli mektubunda Eylül 2010 – Haziran 2016 arasında Çukurova Üniversitesi Ekonometri Bölümü’nde Araştırma Görevlisi olarak çalıştığını, Haziran 2016’da doktora tezini tamamlayıp Çukurova Üniversitesi Ekonomi bölümünden mezun olduktan sonra sözleşmesinin yasal çerçevede sonlandırıldığını belirtiyordu. Sözleşmenin sonlanmasının ardından İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Sayısal Ekonomi, Tarım Ekonomisi ve Mikroekonomi derslerini vermek üzere sözleşmeli olarak işe alındığını açıklıyordu. İşe başladıktan birkaç hafta sonra düzenlenen fakülte kurulunda “sözleşmesinin gözden geçirilmesi gerektiğinin” söylendiğini, “Yapılmış olan şikayet sonucunda 15/12/2016 tarihinde düzenlenen Fakülte Yönetim Kurulu’nda ‘görülen lüzum üzerine’ oy birliğiyle görevden alındım” diye anlatıyordu.

Barış Akademisyeni Traş, daha sonra arkadaşları vasıtasıyla İstanbul, Aydın ve Mardin Artuklu Üniversitesi’ne yaptığı başvuruların da olumlu sonuçlandığını ancak birkaç saat geçmeden başvuruların reddedildiğini anlatıyordu. Traş, arkadaşının kendisine “Barış için Akademisyenler imzacılarından olduğun için üniversitenin işe alması mümkün değil” diyordu. Traş mektubunu şöyle noktalıyordu: “…Kişiliğimle bütünleşik insani değerlerden feragat etmediğim sürece olağan (öğretim ve araştırma başarımı gibi nesnel ölçütlere dayanan) bir akademik gelecek öngöremiyorum.”

Unutmayacağız

Mehmet Fatih Traş’ın ardından Barış Akademisyenleri, yaşananlardan devletin sorumlu olduğunu belirterek, “Acımız ve öfkemiz çok büyük! Sorumluları, dolayısıyla ölümünde dahli olanları tanıyoruz, yargılanmaları için gereken mücadeleyi sonuna kadar yürütmekte kararlıyız. Mehmet Fatih Traş’ı unutmayacağız!” dedi.

Politik bir cinayettir

Traş’ın ardından yakın arkadaşı Lütfü Uçal, bir yazı kaleme aldı. Siyasihaber.Org’da yayınlanan Traş’ı anlattığı yazısında Uçal, “Ola ki ‘bunalıma girdi intihar etti’ derlerse, emin olun ki yalan söylüyorlar! Fatih katledildi! Bu intihar aynı zamanda politik bir cinayettir. Politik iktidar aldı aramızdan en değerlilerimizden birini… ” dedi.

Tüm dersler Traş anısına

Traş’ın anısını unutmayan Barış Akademisyenleri, Kocaeli Dayanışma Akademisin’de bu yıl 3. olan yaz okullarını Traş anısına düzenledi.

Yarın: Işıl Ünal

Kaynak: http://yeniyasamgazetesi1.com/akp-somurunun-yerli-milli-markasi/