AYM’nin Akademisyen Kararı: İktidar Hedeflerine Ulaşmıştı

Yazar / Referans: 
Kemal Göktaş, Diken
Tarih: 
26.07.2019

Anayasa Mahkemesi, Türkiye hukuk tarihine kara bir leke olarak geçen ‘Barış İçin Akademisyenler’in ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ başlıklı bildirisi ile ilgili önemli bir karar verdi.

Akademisyenlerin hayatlarının itinayla karartıldığı süreci sona erdirmek için yetersiz olsa da karar, bir zulmü tescilledi. 

AYM’nin barış bildirisine imza atan 9 akademisyene ‘terör örgütü propagandası yaptıkları’ iddiasıyla verilen cezaların ‘ifade özgürlüğünün ihlali’ olduğuna karar vermesi en başta kendi varlığını inkar edecek bir noktadan kurtulması anlamına geliyor.

Başvuruculara 9 bin TL tazminat ödenmesine hükmeden ve ihlalin ortadan kaldırılması ve yeniden yargılama yapılması için karar örneğinin yerel mahkemelere gönderilmesini öngören kararın 8’e karşı 8 oyla alınması ise hukuk ve temel haklar söz konusu olduğunda karşı karşıya olduğumuz durumu göstermesi bakımından oldukça sembolik. Sonuçta kararın mevzuata göre eşitlik durumunda AYM Başkanı’nın oyuna üstünlük sağlandığı için Başkan Zühtü Arslan’ın ‘ihlal’ oyu iki oy sayılarak çıkması AYM konusundaki kuşkuların haklılığını gösteriyor.  

Başkanın oyu

Bütün bunlara rağmen şunu söylemek gerekir: Anayasa Mahkemesi’nin akademisyenler Füsun Üstel, İbrahim Garip, Yasemin Gülsüm Acar, Ayda Rona Aylin Altınay Cingöz, Melda Tunçay, İzzettin Önder, Canan Özbey, Nazlı Ökten Gülsoy ve Zübeyde Gaye Çankaya Eksen’in, ‘terör örgütü propagandası yapma suçundan cezalandırılmalarını’ başa baş oyla da olsa ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirmesi çok önemli bir adım. Bir süre önce durumlarını ‘arafta kalmaya’ benzeten Başkan Zühtü Arslan tarih önünde AYM’yi bu araftan çıkarmaya yetmese de ‘ihlal’ yönünde oy kullanarak bu sonucun alınmasını sağladı. Arslan’ın oyunu bu yönde kullanmasında imzacıların AİHM’e yaptığı başvurularda toplu ihlal kararı çıkmasının kesin olmasının en önemli etken olduğu açık. AYM ‘ihlal yok’ deseydi, AİHM nezdinde Türk Anayasa Mahkemesi etkili bir iç hukuk yolu olmaktan çıkmak yönünde önemli bir atmış olacak ve AYM’nin varlık nedeni sorgulanacaktı. 

Kanlı günlerde barış istemek

AYM’nin bu kararıyla mağduriyetler giderilmiş olacak mı? Bu sorunun yanıtı AKP iktidarının atacağı adımlara bağlı. Barış için Akademisyenler’in bildiriyi açıklamalarından bu yana yaşananlar ise bu konuda umut vermiyor.

Barış bildirisi olarak tarihe geçen bu bildiriden önce de akademisyenlerin siyasal-toplumsal meselelere ilişkin bildiri açıklaması yeni bir şey değildi. Hatta akademide bu tür bildirilerin işlevsiz olduğuna, kimsenin bildirilerin içeriğine bakmadığına dair eleştiriler bile vardı. Yine de çözüm süreci yeni bitmiş ve operasyon -şiddet sarmalında ağır ve kanlı günler geçiriliyordu. Barış İçin Akademisyenler grubunun yayınladığı bildiride de hükümet eleştirilerek operasyonlardaki hak ihlallerine dikkat çekiliyordu. Bildirinin son paragrafında şöyle deniliyordu:

“Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz. Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.

Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz.”

‘PKK’nın suç ortakları’

Bildirinin açıklanmasından sonra ilk defa yandaş medya bir akademisyen bildirisine ilgi gösterdi ve imzacıları hedef gösteren manşetler attı. Yeni Şafak, 12 Ocak 2016 tarihli manşetinde imzacıları ‘PKK’nın suç ortakları’ diye suçladı ve şu satırlarla çıktı: “1128 akademisyen ancak Kandil’de kaleme alınabilecek, ‘terör yandaşı’ bir bildiriye imza attı. ‘Şehir savaşı’ adı altında bir çok ilçeyi harabeye çeviren PKK’nın adının dahi geçmediği metinde ‘devlet tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliamlardan’ vazgeçsin deniliyor.”

https://www.yenisafak.com/gundem/pkknin-suc-ortaklari-hendekci-akademisy...

Saldıran IŞİD, hedefte barış imzacıları

Bu manşetin çıktığı gün İstanbul Sultanahmet’te IŞİD’in kanlı bir intihar saldırısı gerçekleşti. Alman turist kafilesini hedefleyen saldırıda 13 kişi hayatını kaybetti ve 16 kişi yaralandı. 

Erdoğan, bu saldırıyla ilgili yaptığı açıklamada ise akademisyenleri ağır bir dille suçladı ve “Ya devletin yanında olursunuz ya da teröristin ve terör örgtünün yanında olursunuz” diyerek büyük bir baskı dalgasının da işaretini verdi. Süreç içinde Erdoğan akademisyenlere yönelik olarak “alçak, zalim, cahil, tiksinti verici, vatan haini, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı artığı” ifadelerini kullandı. Bu hakaretlere karşı emekli Prof. Dr. Baskın Oran’ın açtığı manevi tazminat davasında ise avukatı aracılığıyla kendisini “saldırgan, şok edici, rahatsız edici açıklamaların dahi düşünce özgürlüğü sayılması gerektiğini” belirterek savundu. Erdoğan’ın avukatı bu savunmada ironik biçimde yine akademisyenleri suçlarken “Devletin terörle mücadele ederken haksız ve ölçüsüz eleştirilmesinin terör örgütlerine moral ve motivasyon sağlayabildiğini” savunup “Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde teröre doğrudan veya dolaylı destek mahiyetinde açıklamalar, düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmemektedir” dedi. 

Davutoğlu “hicap duyuyorum” demişti

Bir Saray müdahelesi ile koltuğundan olan dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu ise o dönem akademisyenleri suçlama kervanında Erdoğan’dan geri kalmamıştı. Davutoğlu “Bu bildiriye yansıyan provokatif dil, fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez. Zira ben bu bildiriyi, tek tek harfine, virgülüne kadar düşünerek okudum. Kafamı iki elimin arasına alarak bu bildiriye imza atan, bir kısmını da şahsen tanıdığım akademisyenlerin psikolojilerini anlamaya çalıştım. Büyük üzüntü, hicap duydum. Net olarak soruyorum; bildirinizde terör örgütünden tek bir kelime bahsetmiyorsunuz. Terör örgütünün bu eylemlerini benimsiyor musunuz?” diye konuşmuştu. 

“Oluk oluk kan akacak…”

Dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise “Bunların görecek gözleri yok, bunları değerlendirecek bir idrak anlayışına sahip değiller” diyordu. 

Siyasilerin bu söylemlerinin ardından Sedat Peker “Oluk oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız” dedi akademisyenler için. Bu sözler için Anadolu Adliyesi 20. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davada hakim İmran Arık Özcan, ‘tehdit’ ve ‘suç işlemeye tahrik’ suçlarının unsurları oluşmadığı gerekçesiyle beraatine karar verdi.

Bese Hozat iddiası

Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun açıklamalarından sonra gözaltına alınan üç akademisyen tutuklanırken sorguda kendilerine “KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bese Hozat tarafından yapılan ‘Tüm aydın ve demokratik çevrelere Kürtlere öz yönetim ilanlarına sahip çıkma’ çağrısından haberdar mısınız? Bildiriyi imzalamanızda bu çağrının etkisi var mıdır?” diye soruldu. Daha sonra bu soru akademisyenlere açılan bütün davalardaki temel iddia oldu. 

Sivil ölüme mahkum edildiler

“‘Bu suça ortak olmayacağız!’ metni bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyurulduğundan beri bu metnin imzacısı olan 2000’i aşkın akademisyenin yüzlercesi işten atıldı, pasaportlarına el konuldu, başka yerlerde iş bulmaları engellendi, bulundukları yerellerde tehdit edilip saldırıya uğradılar, defalarca karakola çağrıldılar, bu hak ihlallerine dikkat çekmek için bir basın bildirisi okuyan dördü tutuklandı, yüzlercesi KHK’lerle kamu hizmetinden men edildi ve nihayetinde hepsine birden bireysel davalar açıldı. İmzadan sonra AKP taraftarı gazetecilerin önerdiği gibi imzacılar, hükümet, YÖK ve üniversite rektörlüğü iş birliğiyle ‘sivil ölüme’mahkum edildiler. Tüm bu baskılara, tehditlere ve sonu gelmez tacizlere rağmen akademisyenlerin büyük çoğunluğu imzaladıkları metnin arkasında durarak direnmeye ve dayanışmaya devam etti.” 

Soğuk rakamların arkasında yaşadıklarını kendi internet sitelerinde böyle anlatıyor  akademisyenler. ( https://barisicinakademisyenler.net )

Sayılar ise akademiye vurulan darbenin büyüklüğünü gösteriyor: İmzacıların 406’sı KHK’ler ile kamu görevinden ihraç edildi. İşten çıkarılan, istifaya zorlanan, emekli olmak zorunda kalanlarla birlikte barış akademisyenlerinin toplam 549’u işini kaybetmiş oldu. 505 akademisyen hakkında disiplin soruşturması açıldı, ‘Üniversite Öğretim Mesleğinden veya Kamu Görevinden Çıkarma’ talebiyle YÖK’e gönderilen dosya sayısı 112 oldu. 

Akademisyenlerden 70’i gözaltına alındı ve 4’ü tutuklandı. Hakkında dava açılan akademisyen sayısı 706 idi. 

127 akademisyene 15 ay, yedisine 18 ay, birine 18 ay 22 gün, 18’ine 22 ay 15 gün hapis cezası verildi ve  hükmün açıklanması geri bırakıldı. 

15 ay ceza alan üç ve 18 ay ceza alan bir akademisyenin cezaları ertelendi.

34 akademisyene verilen cezalar ise ertelenmedi. Bunlardan 17’si 27 ay, altısı 30 ay, beşi 15 ay, dördü 25 ay ve birer akademisyen de 18 ay ve 36 ay hapis cezalarına mahkum edildiler. 

Hedeflerine ulaştılar

Barış için Akademisyenler bildirisine .yönelik bu tepki ve devletin kolektif baskısının temel iki amacı vardı: İlki, insan hakkı ihlallerine karşı ülkenin batısından çıkan sesleri bastırmak, ikincisi ise uzun süredir AKP iktidarının hakim olmak istediği üniversitelerde ne kadar solcu. demokrat, laik akademisyen varsa tasfiye etmek. Nitekim, siyasi, idari ve hukuksal baskılarla bu iki hedefe de ulaştıkları rahatlıkla söylenebilir.

En başta, Ankara Üniversitesi Cebeci Kampusu’ndeki Siyasal, Hukuk ve İletişim fakülteleri başta olmak üzere bir çok üniversitede tam bir kıyım yaşandı. Akademik özgürlüklere 12 Eylül darbesinde bile vurulmayan bir darbe bu süreçte vuruldu. Medya ve siyasetçilerin çatışmalı dönemde yaşanan hak ihlallerine karşı sesi büyük ölçüde kesildi ve birlikte yaşama arzusuna büyük darbe vuran bir bölünmüşlük manzarası ortaya çıktı.

Şimdi Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla elbette birçok mağduriyet giderilmiş olacak. Ancak akademisyenlerin işlerine, pasaportlarına, bölünmüş ailelerine kavuşup kavuşmayacağı hala belli değil. KHK ile ihraç edilen barış akademisyenlerinin hukuken derhal görevlerine iade edilmesi gerekiyor. Oysa idarenin pratiği bunu sağlamaktan oldukça uzakta. Yurtdışına gitmek zorunda kalan akademisyenlerin dönüşü için gereken hukuki düzenlemeler ve güvencelerin verilmesi konusunda da aynı şekilde idarenin tutumu nedeniyle umutlar zayıf. 

Kaynak: http://www.diken.com.tr/aymnin-akademisyen-karari-iktidar-hedeflerine-ul...