Begüm Başdaş'ın Beyanı

Yazar / Referans: 
Tansu Pişkin, Bianet
Tarih: 
06.03.2019

"Bu coğrafyada doğmuş ve büyümüş bir kadın olarak toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı her türlü ayrımcılığa ve şiddete karşı bir arada durduğum insanlarla birlikte güçlü olmayı ve tanık olduğum haksızlıklara karşı sessiz kalmamayı öğrendim."

Bilgi Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Biriminden Öğr. Gör. Dr. Begüm Başdaş'ın Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 36. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz. 

Sayın Mahkeme Başkanı ve Üyeleri,

Bugüne kadar, benim de yargılandığım bu dava ile ilgili Çağlayan Adliyesi’nde 1300’ün üzerinde duruşma görüldü. 350’nin üstünde akademisyen savunmalarını mahkeme heyetlerine sundu.

Henüz bu sürecin daha çok başlarında olduğumuz düşünülürse, mahkeme heyetleri ile birlikte tüm adliye çalışanları, meslektaşlarım ve aileleri ve avukatlarımız için aklımın almadığı bir emek ve zaman harcanıyor. 

Burada size sunduğumuz beyanları dinlediğinize ve sözümüzün değerlendirildiğine olan inancımı, yani adaletin her zaman yerini bulacağına dair inancımı, hala korumak adına bugün burada beyanda bulunuyorum ve iddianamede bana iletilen suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum.

Toplamda 2212 akademisyen ve araştırmacı tarafından imzalanan, 11 Ocak 2016 tarihli “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı barış bildirisine verilen her bir imza ifade özgürlüğü kapsamındadır ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Türkiye’nin taraf olduğu birçok uluslararası sözleşme tarafından korunmaktadır.

Lakin, hiç bu hukuksal güvencelere referans vermeye de ihtiyaç duymadan biliyoruz ki imza verilen bu metin meşru bir toplumsal barış çağrısıdır. Yaşam hakkını savunmak ve barış talep etmek her türlü şiddete karşı duran bir eylemdir ve suç teşkil etmez.

Ben kendimi öncelikle bir akademisyen ve hak savunucusu olarak tanımlıyorum, tabii bunun dışında bana atanmış ya da kendi seçimlerimle aidiyet ilişkisi kurduğum başka birçok kimliğim de var. 

Coğrafyacıyım ama hangi alanda uzmanlaştığımızdan bağımsız olarak bence bir akademisyenin görev ve sorumluluğu hakikat arayışıdır.

Hakikat bizi nereye götürürse götürsün, onun peşine düşmektir. Eleştirel yaklaşımı ve düşünceyi hiç bırakmadan bilgi üretmek akademisyen olmanın temelini oluşturur.

Üniversitelerin tarihsel olarak kuruluşundan itibaren zaman zaman birbiri ile çatışan iki görevi vardır. Bunlardan biri, devlet ve ulusun inşasında ortak kültürü oluşturmak ve bu doğrultuda vatandaşları yetiştirmek.

Diğeri ise eleştirel düşünceyi cesaretlendirerek güç ilişkilerinin suiistimaline ve baskısına izin vermeden daha iyi bir gelecek için -herkes için- yaratıcı çözümlerin gerçekleşmesini sağlamak, korku ve tereddüt olmadan bilgi üretmektir.

Filistin asıllı akademisyen Edward Said, “Kimlik, Otorite ve Özgürlük” başlıklı yazısında “Siyasi baskı hiçbir zaman akademik özgürlük için iyi değildir, hatta daha önemli olarak akademik ve entelektüel mükemmellik için bir felakettir” der ve şöyle devam eder “akademik özgürlük ulusal kimlik ve kültürün sorgulanmayan otoritesine saygı duymaya indirgenemez. Akademik özgürlük eleştirel olmaktır.”

Akademisyen Judith Butler da “Akademik Özgürlük ve Üniversitenin Eleştirel Görevi” makalesinde: “Yüksek öğretim özgür ve eleştirel düşüncenin olasılığını açan akademik özgürlüğe dayanır, var olan düzeni ve politikaları sorgulayan entelektüel duruş da buna dahildir. Üniversite içinde bu eleştirel duruş akademik özgürlükler kapsamında korunur.

Kamusal hayat perspektifinden bakıldığında bu muhalif bir duruş olarak tanımlanabilir. Bu nedenle, akademi içinde yürütülen bakış açıları akademik özgürlük prensipleri ile korunmalı ve desteklenmeli, kamusal hayatta muhalif olarak değerlendirilen bu görüşler de demokrasilerde ifade özgürlüğü olarak korunmalı ve desteklenmelidir” der.

Eleştirel düşünce demokratik toplumların temel ihtiyacıdır ve olmadığı yerde tüm adalet ve umut tasavvurları yok olur. Akademik özgürlük prensibi, akademisyen olarak tanık olduğumuz tüm hak ihlallerine ve adaletsizliğe karşı eleştirel yaklaşımı korumaktır.

Akademik özgürlük ve ifade özgürlüğü eş anlamlı haklar değildir. Ama bir toplumun demokratikleşmesi ve ifade özgürlüğünün sağlanması akademik özgürlüklerin korunmasına dayanır.

Yani söylemek istediğim, bir parçası olduğum coğrafyada vicdanımı rahatsız eden bir sorun yaşanıyorsa bunu kamusal olarak tartışmaya açmak, buna eleştirel olarak yaklaşmak önce bir birey olarak kendime, sonra benimle birlikte yol yürüyen öğrencilerime, ama en çok da kendimi var ettiğim bu topluma karşı sorumluluğumdur.

Bu sadece akademisyen olarak hakkım değil, bulunduğum toplumsal konuma layık olmak için görevimdir.

Elbette akademisyenler homojen bir yapı değildir ve olmaması da üniversiteleri güçlendiren bir şeydir. Ben hakikat arayışımda bir söz söyleyebilirim. Benden farklı görüşte olanlar da -her kim olursa olsun- yine özgürlükler çerçevesinde bu sözü tartışmaya açabilir. Ama bu ceza soruşturması ya da kovuşturması kapsamında bir mesele olamaz.

Barışın sağlanması, bir arada daha iyi bir yaşamın koşullarının sağlanması, herkesin eşit olarak hak ve özgürlüklerden faydalanabilmesi için gerekli olan toplumsal ve eleştirel tartışma sürecidir.

Benim ayrımcılığa karşı eşit haklar için mücadele alanları ile tanışmam, yani bir hak savunucusu olarak kendimi tanımlamam, Türkiye’de kadın hakları ve LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks) hakları alanında çalışan insanlarla birlikte oldu.

Daha farklı ve daha iyi bir gelecek hayali kurma olasılıklarını kadın hak savunucularından ve LGBTİ hak savunucularından öğrendim. Herkesin huzurunda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü haftasında kendimi ifade ediyor olmak bu nedenle benim için ayrıca önemli.

Bu coğrafyada doğmuş ve büyümüş bir kadın olarak toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine dayalı her türlü ayrımcılığa ve şiddete karşı bir arada durduğum insanlarla birlikte güçlü olmayı ve tanık olduğum haksızlıklara karşı sessiz kalmamayı öğrendim.

Sözlerimi bitirirken söylemek istediğim tek şey şu: Herkesin barış içinde iyi bir yaşam kurabileceği bir coğrafyada var olmak istiyorum. Bunun gerçekleşeceğine de inancım tam.

Eşit haklar mücadelesi çok uzun ve zorlu bir yolculuktur. Ama biz kadınlar uzun yol yürümeyi, emek vermeyi ve bir arada durmayı birbirimizden öğrendik.

Bu ülkede ve belki de dünyanın birçok yerinde kadınlar olarak başka bir gelecek arzusu ile nihayetinde toplumsal barışın ve umudun yolunu açacağız. Ben buna çok inanıyorum.

Bir kadın akademisyen olarak barış, umut ve daha iyi bir gelecek hayali kurabilmek için bu imzayı attım.

İddia edilen suçlamaları reddediyor ve beraatimi talep ediyorum.

(BB/TP)

Kaynak: https://bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/206152-begum-basdas-in-beyani