OHAL İnceleme Komisyonu keyfi çalışacak

Yazar / Referans: 
http://www.haberekspres.com.tr
Tarih: 
23.03.2017

Gökay Akgün-OHAL süresince hükümet tarafından yayınlanan KHK'ler ile ihraç edilen akademisyenlere yargı yolu kapalı. Mağduriyetleri gidemek için kurulması öngörülen Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu'na dair henüz adım atılmadı. Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden ihraç edilen Nilgün Toker ve Serdar Tekin, "Adım atılsa dahi fayda sağlamaz. Komisyon keyfi çalışacak ve biat edenler ödüllendirilecek" dediler.

15 Temmuz gecesi gerçekleştirilen ve yaklaşık 14 saatin sonunda bastırılan darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal süresince, hükümet şimdiye kadar çok sayıda Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yayınladı. Bu KHK'lerin ciddi kısmını kamu kurumlarından ihraç edilen kişilerin listesi oluşturuyor. İhraç edilenler hakkında işleme konulan ihraç işlemine gerekçe olarak 'terör örgütüyle arasındaki bağ' gösteriliyor. Ancak terörist ilan edilenlerle ilgili bir dava açılmış değil. Yani terörist ilan edilerek ihraç edilenler hakkında bir dava ve haliyle de mahkumiyet kararı bulunmuyor. Barış bildirisine imza atan Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nilgün Toker ile Yrd. Doç. Serdar Tekin de KHK ile ihraç edilen iki akademisyen. İki eğitimci de, aynı sorunla karşı karşıya kalan diğer meslektaşları gibi çalacak kapı bulamıyorlar. Uygulama kanun hükmünde bir kararla işleme konulduğu için yargı yolu kapalı. Yine bir KHK ile OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulacağı duyuruldu, 23 Şubat'a kadar üyelerin belirlenmesi gerekiyordu ama hükümet kanadı komisyon hakkında herhangi bir duyuruda bulunmadı. Toker ve Tekin, kurulması öngörülen komisyonun gerçekten mağduriyetleri gidereceğini düşünmüyorlar. İki akademisyene göre, mahkeme görülmeden isnat edilen bir suçla işleme konulan uygulamaların yine mahkeme devre dışı bırakılarak ve yürütme tarafından atanan üyelerden oluşan bir komisyonla geri alınması tek şartla mümkün olabilir: Pişmanlık bildirmek ve biat etmek. Gerisini kendileri anlatsın.

Nilgün Toker: Hak ve hakikat kavgası veriyoruz

Komisyonu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) sürecini geciktirmek amacıyla, tıkaç görevi görmesi için kuruyorlar. Hukuksuz uygulamaları yapanlar için komisyonun tek faydası da bu değil. Komisyonun temiz kağıdı vereceği konuşuluyor. Bu durum arkada birçok pazarlık dönmesini kolaylaştırır. Komisyonun 'temiz' olduğunu saptadığı kişilerin işlerine geri dönmeleri için onlardan neyi ispatlamaları istenecek?
Hukuksal tüm prosedürler iptal ediliyor ve her şey hükümet tarafından atanan bir grup insanın tasarrufuna bırakılıyor. Keyfi bir bağışlama, cezalandırma, ödüllendirme sistemi söz konusu.
Bu çok tehlikeli. Komisyon temiz kağıdı verme mercii haline gelirse bu Abdülhamid'in İstibdat Dönemi'ndeki uygulamalarına benzer. Hatta bu duruma Alman faşizminin ilk döneminde Yahudilerin çalışma izni almak için komisyonların onayına tabi olmasını bile örnek verebiliriz. Nereye kadar gidecek bu iş?
Aslında komisyonda suçsuz olduğunu değil, ne kadar biat ettiğini göstermeni istiyorlar. Hükümete büyük bir sadakat bağıyla bağlı olduğunu gösterenler kendilerini onların gözünde temize çıkarmayı başaracaklar ve mağduriyetleri giderilecek. İdeolojik olarak topluma göstereceği şey anlamında son derece tehlikeli. Muktedirin keyfi davranabildiği alanı son derece genişletecek bir durum.
FETÖ suçlamasıyla karşı karşıya kalanların OHAL komisyonuna vatanını, milletini ne kadar sevdiklerini, hükümete bağlı olduklarını bildiren mektuplar yazdıklarını duyuyoruz. Yani bu komisyonlardan 'geçebilmek' için uzun, ikna edici mektuplar yazmak, komisyon üyelerini memnun edecek kişileri referans göstermek gerekecek. Bu da bir savunma değil yaltaklanma olur. Barış bildirisine imza atan akademisyenlerin hiçbirinin de pişmanlık, nedamet ve teslimiyet bildirerek bu yaltaklanmaya ortak olacağını düşünmüyorum.
Elbette bize tebligat yaparak pişman olduğumuzu söylememizi isteyen yok. Sistem ancak böyle işleyebilecek.
Biz ideolojik kavga değil, hak ve hakikat kavgası veriyoruz. Gördüğümüz gerçeği söyleme hakkını kendimizde buluyoruz. Bunun suç olduğuna da kimseyi inandıramazsınız.
Türkiye'de terörist yaftası kadar içi boş bir kavram yok. Mademki biz terörist ilan ediliyoruz, niye hakkımızda açılan bir dava bile yok? En kötü hukukta bile bu böyledir.
Yürütmenin sınırı ve denetimi kalmadı. Ne yazık ki Türkiye'de durum öyle bir hale geldi ki otoriter hukuka göre bile olsa hukuki bir uygulamaya muhtaç kaldık.

Serdar Tekin: AİHM'yi kandırmaya, pazarlık etmeye yarıyor

AKP'nin, kendi seçmenine mağdur olduğunu düşünen insanlar için bir mağduriyeti giderme mekanizması kurduğunu göstermesi gerekiyor. Çünkü parti içinde bununla ilgili ciddi bir basınç söz konusu. Aşağıdan yukarı doğru bir rahatsızlık iletiliyor ve bu son derece doğal. Yapılan adaletsizlikler bir siyasi bedel biriktiriyor ve AKP içinde bulunan çok sayıda insan, yüksek sesle dile getiremeseler de bu bedelin doğrudan ya da dolaylı olarak sorumlusu veya destekçisi olmaktan rahatsızlık duyuyor.

Kurulan komisyonun hukuk mekanizması olmaması amacın sorunu ortadan kaldırmak olmadığını gösteriyor. Hukuki bir mekanizma olan hükümet aracılığıyla tesis edilmiş olması komisyonun hukuk mekanizması olduğunu göstermez. Çünkü bir mahkeme değil, yargı yetkisini kullanması söz konusu değil. Bu gerçekten şaka gibi.
KHK ile bir işlem icra ediliyor. Bu işlem kişileri kamudan ihraç etmek. Buna gerekçe olarak kişilerin 'terör örgütü ile irtisaklı olduğunun değerlendirilmesi' gösteriliyor. Kimin, neye göre değerlendirdiği belli değil. Bu hukuki bir karar değil, bunu yürütme icra ediyor. Danıştay'a gitmek istedik ama oradan adres olarak İdare Mahkemesi'ni gösterdiler. İdare Mahkemeleri kararın kanun hükmünde olması nedeniyle kendi yetkilerini aştığını ifade ediyor. O zaman Anayasa Mahkemesi'ne gidelim diyoruz, orası yanıt bile vermiyor. Yani tüm yollar kapalı. Komisyonun bu konuda bir çıkış yolu olduğu düşünülebilir ama bu haliyle değil. Çünkü komisyon KHK sonucunda uygulanan işlemi iptal etme yetkisine sahip değil. Peki ben hakkımı nerede arayacağım? Komisyon bir değerlendirme yapacak, ardından yargıya gidilecek, yargı komisyonun verdiği kararı doğru bulamazsa KHK ile uygulanan işlem yerinde duracak. Ortada gerçekten bir fasit daire var. Bu fasit daire AİHM'yi kandırmaya, pazarlık etmeye yarıyor. Kamuoyunda da mağduriyetleri giderme amacıyla mekanizma kurulduğu izlenimi uyandırılmaya çalışılıyor. Başka neye yarayacağını da bilmiyorum.

Benim hakkımda bir mahkeme kararı yokken, ben komisyon önünde neyi kanıtlamaya çalışacağım? Hukukun temel mantığına göre, beni suçlayan makam hangi makamsa, benim suçlu olduğumu kanıtlaması gerek. Normal şartlarda benim de tarafıma yöneltilen suçlama hakkında kendimi savunmam icap eder. Mahkeme dediğimiz şey tanımı gereği budur. Şu anki durum ise şöyle; ben bir şekilde suçlanıyorum, beni kimin suçladığından emin değilim. Tam olarak ne ile suçlandığımdan da emin değilim ve suçsuz olduğumu kanıtlamak istiyorum. Bu delice bir şey!
Türkiye toplumu olarak bir olaya tanık olduk ve bu olaya herkes kendi durduğu yerden baktı. 'Barış İçin Akademisyenler' de ne gördülerse onu ifade ettiler.
Biz, Türkiye'deki yargının geldiği içler acısı durumda bile suçlu bulunmuş değiliz. Yani bir mahkeme tarafından suçlanıp suçlu bulunmadık. Bizi yargının olmadığı bir yerde bile mahkum etmiş değiller.